Dünyanın Fethini Hedefliyor…
01 Haz 2024
- Paylaş:
Dünyanın Fethini Hedefliyor…
Anglo-Amerikan-Siyonist İmparatorluk beş yüz yıldır “fetihler” ile dünya hakimiyeti peşinde...
Anglo-Amerikan ne demek?
Anglo-Amerikan; İngiliz kökenli kişileri tanımlayan bir terimdir ve genellikle Anglo-Amerika olarak bilinen bölgedeki insanları kapsar. Bu terim, İngilizcenin yaygın olarak konuşulduğu Kuzey Amerika’daki İngiliz kökenli Amerikalıları ifade etmek için kullanılır. Anglo-Amerika, İngilizcenin hâkim olduğu Kuzey Amerika’nın kültürel bir bölgesini tanımlar ve esas olarak ABD ve Kanada’nın İngilizce konuşulan bölgelerini içerir. Bu bölge, İngiliz kökenli kültürel etkileri ve tarihsel mirasıyla dikkat çeker.
On yedinci yüzyılda, İngiliz öncüleri özgürlük arayışı içinde Yeni Dünya’ya adım atmışlardır. Thomas Bliss de, Kral I. Charles ve Başpiskopos Laud’un baskılarına maruz kaldıktan sonra İngiltere’yi terk etmiş ve 1638 yılında Massachusetts’e varmıştır.
Bliss ailesi, Amerikan Devrim Savaşı sırasında ülkenin bağımsızlığı için önemli bir rol oynamış ve daha sonra sanayi sektöründe öncü bir konuma gelmiştir. 19. yüzyılın sonlarında ise, Cecil Rhodes ve Nathaniel Rothschild gibi varlıklı kişiler, zenginliklerini “Amerika’yı İngiliz İmparatorluğu’nun bir parçası yapma” amacıyla kullanmışlardır. Bu süreçte, Rhodes ve Rothshild’in etkileri, özellikle sanayileşme ve imparatorluk politikaları üzerinde belirginleşmiştir.
1913’te yürürlüğe giren Federal Rezerv Yasası, Amerika Birleşik Devletleri’nde ekonomik istikrarı sağlamak amacıyla bir merkez bankası kurulmasını öngörmüştür. Bu yasa, özellikle Birinci Dünya Savaşı’na katılım sürecinde ABD’nin finansal sistemini güçlendirmek için belirleyici olmuştur. Diğer yandan, 1921’de kurulan Dış İlişkiler Konseyi, bağımsız ve tarafsız bir düşünce kuruluşu olarak tanımlanmakta ve uluslararası ilişkiler alanında ABD politikalarını şekillendirmek üzere çeşitli araştırmalar yapmaktadır. Morgan ve Rockefeller ailelerinin bu kuruluşa finansal destek sağladığı bilinmektedir.
1940-1941 yılları arasında, Dış İlişkiler Konseyi, dünya çapında askeri üstünlük sağlamak amacıyla uzun vadeli stratejiler üzerinde çalışmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından başlayan Soğuk Savaş ve Ulusal Güvenlik Devleti’nin oluşumu, küresel güç dengesini derinden etkilemiştir. Bu dönemde, ideolojik ayrılıklar ekonomik, askeri ve siyasi alanlarda daha belirgin hale gelmiş ve iki kutuplu dünya yapısı, güvenlik ikilemlerine neden olmuştur.
1991 yılında, ABD Savunma Bakanlığı Politika Alt Sekreteri Paul Wolfowitz tarafından hazırlanan ve kamuoyuna sızdırılan bir belge olan Wolfowitz Doktrini, Amerika Birleşik Devletleri’nin süper güç olarak üstünlüğünü koruma ve potansiyel rakipleri engelleme hedeflerini açıklayan bir dış politika stratejisi olarak tanımlanmıştır. Bu doktrin, ABD’nin tek süper güç olarak konumunu koruma ve diğer ulusların tehdit oluşturabilecek herhangi bir girişimini engelleme politikasını vurgulamaktadır.
George W. Bush ve Barack Obama’nın başkanlık dönemleri boyunca, Amerikan dış politikası “tam spektrumlu hakimiyet” ilkesi çerçevesinde şekillendi. Bu ilke, terörle mücadele maskesi altında ulusal güvenlik stratejilerinde öne çıkan bir tema olarak, her iki başkanın döneminde de etkili oldu. Her iki başkanın terörizmle mücadele ve ulusal güvenlik politikaları farklılık gösterse de Amerikan dış politikasının genel yönünü belirlemede önemli bir rol oynadılar. George W. Bush döneminde terörle mücadelede savaş metaforunun benimsendiği, ancak ikinci döneminde CVE politikalarına ilgi gösterilmeye başlandığı; Barack Obama döneminde ise, Bush’un savaş metaforu yaklaşımının ağır sonuçlarının da etkisiyle CVE politikalarına yer verilmeye, uygulanmaya ve geliştirilmeye başlandığı, ancak bu politikaların bazı İslamofobi sonuçlara sahip olduğu belirtilmiştir.
Neoconlar, Amerika Birleşik Devletleri’nin Rusya, İran, Çin, BRICS+ ve dünya çoğunluğu ile potansiyel bir Üçüncü Dünya Savaşı’nın eşiğine gelmesine katkıda bulunmuş olabilir. Ukrayna ve Gazze’de yaşanan son gelişmeler, bu büyük güçlerin dikkatini yoğun bir şekilde üzerine çekti.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Dünya Ekonomik Forumu (WEF), Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) ve Biden yönetimi gibi etkili kuruluşlar, bazı uzmanlarca, Küresel elitlerin finansal üstünlüğünü koruma çabalarının, dünyanın sonunu getirebilecek ve Tanrıyı kıyamete zorlama amacı taşıyan Armageddon başlangıcı olayları olarak değerlendirilmektedir.
Bu makale; insanlığın onuruna ve özgürlüğüne değer veren her bireyin bilmesi gereken kritik meseleleri ele alırken, küresel elitlerin ve dünyanın dört bir yanına dağılmış işbirlikçilerinin “yenilmez” olduğu yanılgısını oluşturmak değildir, aksine insanlar izin vermediği müddetçe insanlık aleyhine olan “Büyük Sıfırlama” gibi hedeflerini asla başaramayacakları gerçeğini ortaya koymaktır. Bunlara izin vermemek, onlar için kötü haberlerin başlangıcı olacaktır.
Guwuste.com
Kalk ve uyar, Kötülüğe de dur de…
Makalemizi beğendiyseniz paylaşmayı unutmayınız…