Tıpkı ölmekte olan bir hastanın ilaç tedavisini reddetmesi gibi, II. Abdülhamit döneminde İbn-i Haldun’un “Mukaddime” isimli eseri yasaklanmıştır.
“Devletlerin kuruluş aşamalarında vergiler düşük, gelirler yüksek olurken, çöküş dönemlerinde vergiler artar, gelirler azalır.” sözünün sahibi İbn-i Haldun, Ronald Reagan tarafından ABD’nin ekonomi politikalarına ilham kaynağı olarak kabul edilmesine vurgu yaparak 1981’deki bir konuşmasında bu ifadeyi kullanmıştır.
İbn-i Haldun, sosyolojinin ve modern tarihçiliğin kurucusu olarak tanınır. Tarih felsefesi açısından, Alman filozof Hegel ve Karl Marx da dahil olmak üzere birçok düşünürü etkilemiştir. İbn-i Haldun’un en önemli eserlerinden biri “Mukaddime”dir.
İbn-i Haldun, devletlerin yaşamında beş aşama olduğunu belirtir.
-
Birinci dönem: Zafer ve kuruluş,
-
İkinci dönem: Otorite ve yükseliş,
-
Üçüncü dönem: Refah ve ümran,
-
Dördüncü dönem: Kanaat ve duraklama,
-
Beşinci dönem: İsraf, bozulma, yıkılma dönemidir.
Bu dönem, sefahat, şehvet ve hırsın hâkim olduğu ve devletlerin yıkılmaya başladığı bir zaman dilimidir. İbn-i Haldun, gösterişli törenlerin, üniformaların, nişanların ve diğer protokollerin artışının bu ayrışmayı derinleştirdiğini belirtir. Devlet yöneticileri, protokoller aracılığıyla halktan farklı olduklarını sergilemeye başlarlar. Zulüm, angarya, kibir, israf ve lüksün yaygınlaşması, medeniyetlerin çöküşüne yol açar.
İbn-i Haldun, bir devlette tek adam iktidarının refah araçlarını tükettiğini ve bunun bir devletin yaşlanmasının belirtisi olduğunu söyler. Bu dönemlerde israf artar, maaşlar yetersiz kalır, devlet hazinesi giderleri karşılayamaz ve bütçe açığı oluşur. Bir devletin çöküşe geçtiğinin en büyük göstergesi, vergilerin devlet harcamalarını karşılayamamasıdır. Bu dönemde devlet, açığı kapatmak için yeni vergiler ekler veya vergi oranlarını yükseltir. Ancak lüks ve israf azalmaz ve masraflar daha da yükselmeye devam eder.
Yukarıda belirtilen, güncel ve tanıdık gibi görünen tüm prensipler İbn-i Haldun’dan alınmıştır ve bugün yazılmış kriterler değildir.
Bu nedenle, İbn-i Haldun tarafından belirlenen prensipler, pek çok devlet adamı için bir referans kaynağı haline gelmiştir. Osmanlı aydınları, devletin durgunlaşmasıyla birlikte 17. Yüzyıldan itibaren İbn-i Haldun’a başvurmaya başlamışlardır. Kâtip Çelebi ve tarihçi Naima, bu kişilerden sadece birkaçıdır.
İlginç bir şekilde, II. Abdülhamit döneminde, ölmekte olan bir hastanın tedaviyi reddetmesi gibi, İbn-i Haldun’un “Mukaddime” adlı eseri yasaklanmıştır. Görünüşe göre, eser 500 yıl öncesinden her kelimesiyle II. Abdülhamit’in uygulamalarını eleştirdiği ve onu rahatsız ettiği için yasaklanmış.
Eserde anlatılan lüks yaşam, israf ve yolsuzluklar gerçekten de yaşanmaktaydı. Padişah ve devlet adamları, halkın yoksulluk ve sefalet içinde olduğu, toprakların parça parça elden çıktığı bir dönemde şatafat ve israftan kaçınmamışlardı. Padişah, mevcut sarayları yetersiz bulup, borç alarak Yıldız Sarayı’na yeni yalılar ve köşkler eklemiştir. Yapılanlar sadece saraylarla sınırlı kalmamış, saraylardaki lüks ve israf da sürekli konuşulan bir konu olmuştur.
Tarih, Doğu toplumlarında dairesel bir akışa sahiptir ve bu yüzden sıkça tekrar eder. İbn-i Haldun’un gözlemlerinin bu kadar doğru çıkmasının nedeni, bu dairesel tarih anlayışıdır.
Bir kez daha hatırlatmak gerekirse;
Eğer geçmişten ders almazsanız, “Tarih, tekrar etmekten ibarettir.”
İbn-i Haldun Kimdir?
Sosyolog, tarihçi, filozof, siyasetçi ve devlet adamı olarak Doğu ve Batı dünyasına etkileriyle tanınan İbn Haldun, 618 yıl önce hayatını kaybetti.
Gerçek adı Abdurrahman bin Muhammed bin Haldun olan İbn Haldun, 27 Mayıs 1332’de Tunus’ta dünyaya geldi. Ailesi, Yemen’de İslam’ı yaymak ve Kur’an öğretmekle görevlendirilen sahabelerden Vail bin Hucr soyundandır. İbn Haldun, bilim, eğitim ve öğretimle ilgilenen babası Muhammed’den ilk eğitimini aldı.
Kur’an’ı ezberleyen ve kıraat ilmini öğrenen İbn Haldun, dönemin önde gelen alimlerinden Arap dili, edebiyatı ve fıkıh alanlarında eğitim aldı. Kuzey Afrika’da yaşayan İbn Haldun, hayatının büyük bir kısmını Tunus, Cezayir, Fas, Endülüs ve Mısır’da siyasi görevlerde bulunarak ve bu şehirler arasında seyahat ederek geçirdi.
Devletin çeşitli kademelerinde görev yapan İbn Haldun, gençlik yıllarında Avrupa’ya da yayılan veba salgını sırasında annesini, babasını ve bazı öğretmenlerini kaybetti. Merinilerin Tunus’u ele geçirmesiyle Endülüs’ten gelen bilim insanlarından da dersler alan İbn Haldun, akademik çalışmalarının yanı sıra yaşadığı coğrafyalardaki devletlerde önemli görevler üstlendi, siyaset ve bürokraside yüksek mevkilere geldi, dönemin sultanları ve vezirleriyle çalıştı, ayrıca kadılık ve müderrislik görevlerinde bulundu.
Tunus’ta ulema yazmanı olarak başladığı siyasi kariyeri boyunca Tlemcen, Biskra gibi yerlerde devlet görevlerinde bulunan İbn Haldun, Fas’ta katiplik ve mühürdarlık yapmış, buradaki kütüphanelerde bilimsel çalışmalarını sürdürmüştür. Merini döneminde sır katipliği ve yargıçlık görevlerini yerine getiren İbn Haldun, daha sonra Endülüs’te huzurlu bir yaşam sürmüştür. Bicaye Emirliği’ne geçiş yaptığında İbn Haldun, devlet yönetiminde önemli bir figür olmuş, aynı zamanda hatiplik ve öğretmenlik görevlerine devam etmiştir.
Mu?addime’nin taslaklarını 1377’de bitiren İbn Haldun, faaliyetlerine Fas’ta devam etmiş ve burada öğretimine devam etmiştir. Ailesini Fas’ta bırakarak 1374’te Endülüs’e dönen İbn Haldun, bir yıl sonra 43 yaşında Tlemcen’e geri dönmüştür. Bir süre Tlemcen yakınlarındaki Ubbad’da Ebu Medyen’in türbesinde inzivaya çekilen İbn Haldun, İbn Selame Kalesi’nde dört yıl huzurlu bir hayat sürmüştür. Burada Kitab-ul İber (El-İber) adlı eserini yazmaya başlayan İbn Haldun, eserin ilk cildi olan Mu?addime’nin taslaklarını 1377’de tamamlamıştır.
İbn Haldun, el-İber’in Arap, Berber ve Zenata bölümlerini yazarken çalışmaları için Tunus’a gitti. Eserini tamamlayıp Sultan Ebü’l-Abbas’a adadıktan sonra, Tunus’ta ders verirken sakin bir hayat sürdü. Hayatının son dönemlerini Mısır’da geçiren İbn Haldun, Kahire’ye taşındı ve bir süre sonra Kamhiye Medresesi’nde müderris olarak atandı. Medrese müderrisliği, Baybars Hankahı Başkanlığı ve Maliki Başkadılığı gibi görevlerde bulunan İbn Haldun, Mısır’da el-İber üzerinde çalışmaya devam etti.
İbn Haldun, “et-Ta’rif bi’bni Haldun mü’ellifi hazel-kitab” adlı otobiyografisini el-İber’in sonuna ekledi ve son halini aldığı nüshayı, Fas’taki Camiu’l-Karaviyyin Kütüphanesi’ne bağışlamak üzere Sultan Ebu Faris Abdülaziz’e gönderdi. Siyasetle kısmen bağlantısı devam eden İbn Haldun, katıldığı Şam seferinde Timur İmparatorluğu’nun kurucusu Timur ile sıkça görüştü. 1401-1406 yılları arasında dört kez daha kadılık görevine getirilen İbn Haldun, bu görevini sürdürürken 19 Mart 1406’da 74 yaşında Kahire’de vefat etti ve Babünnasr karşısındaki Sufiye Mezarlığı’na gömüldü.
Mukaddime eseri
İbn Haldun’un “Kitab’ul İber”, “Mukaddime”, “Lübab’ül Muhassal” ve “Şifaü’s Sa’il Li-tezhibi’l-mesail” adlı eserleri günümüze ulaşmıştır. Üç ciltten oluşan ve dünya tarihi niteliği taşıyan “Kitab’ul İber” eserinin giriş bölümü olan “Mukaddime”de, tarih bilimi, tarih yazımında kullanılan yöntemler ve tarihçilerin yaptığı hatalar üzerine görüşlerini belirtmiştir. İbn Haldun, “beşerî umran ilmi” olarak adlandırdığı sosyal bilimler dalını kendisinin geliştirdiğini ve bu alandaki amaçlar ile yöntemleri eserlerinde işlediğini ifade etmiştir.
“Mukaddime” adlı değerli eseri, ilk kez Nasr el-Hurini tarafından basılmıştır.
El-İber’in ikinci kitabında, İbn Haldun kendi zamanına kadar var olan kavimlerin ve hanedanların tarihini, özellikle Araplar, Nabatiler, Süryaniler, Farslar, Yahudiler, eski Mısırlılar, Yunanlılar, Rumlar, Türkler ve Franklar üzerine yoğunlaşarak anlatır. Eserin 2 ve 5. Ciltlerini içeren bu bölümde, Hz. Peygamber, Hulefa-yi Raşidin, Emeviler, Abbasiler ve Doğu İslam dünyasındaki diğer Müslüman hanedanların tarihine değinir.
Kitab-ul İber’in üçüncü kitabında İbn Haldun, Berberilerin ve Zenatelilerin tarihini işleyerek Kuzey Afrika’nın tarihini sunar ve Kitab-ul İber’in son cildinde “et-Ta’rif bi’bni ?aldun mü’ellifi haze’l-kitab” başlığı altında kendi biyografisini ekler.
Bazı alimler, İbn Haldun’un “Muqaddimah” eserini daha ziyade bir siyasetname olarak görürken, diğerleri onun tarihçi yönüne odaklanarak değerlendiriyorlar. Bu eser, tarih yazıcılığı metodolojisini içermesiyle birlikte, tarihin konusu olan olayları varlık bakımından incelediği için bir ontoloji; toplumsal hayatın çeşitli yönlerini ele alması bakımından bir siyaset, iktisat, eğitim ve bilim kitabı ve her şeyden önce bir tarih felsefesi olarak kabul ediliyor.
İbn Haldun’un düşünce dünyası, kendisi tarafından belirlenen yöntemlerle ifade edilen “umran ilmi” ile şekilleniyor. Umran ilmi, insanları taklitçilikten kurtararak geçmişte yaşananlarla gelecekte olacakların anlaşılmasına yönelik bir perspektif kazandırmayı hedeflerken, bu sayede hem geçmişi hem de geleceği anlamamızı sağlamayı amaçlıyor.
16. Yüzyılda ilk defa keşfedilip eserleri Osmanlıca ve Türkçeye çevrildi
İbn Haldun, yaşadığı dönemde tam olarak anlaşılamamış ve ölümünden sonra bir süre unutulmuş olsa da 16. Yüzyılda Osmanlı tarihçileri ve devlet adamları tarafından yeniden keşfedilmiş ve eserleri Osmanlıca ve Türkçeye çevrilmiştir. 19. Yüzyıldan itibaren, şarkiyatçıların yoğun ilgisini çeken İbn Haldun, birçok dilde yapılan araştırmalara konu olmuştur. Siyasetin içinde yer alarak kazandığı deneyimleri eserlerine yansıtan İbn Haldun, bedevi hayatından medeniyete geçişin çeşitli aşamalarını bizzat yaşamıştır.
İbn Haldun, siyasi hayatının çalkantılarından sonra 40 yaşını geçtikten sonra yazmaya başladığı yedi ciltlik dünya tarihi eseri Kitab-ul İber ve Mukaddime ile Osmanlı tarih anlayışına büyük etkiler bıraktı. Kâtip Çelebi, Naima ve Ahmet Cevdet Paşa gibi Osmanlı tarihçileri, devletin yükselişi ve çöküşünü sık sık onun teorileri ışığında analiz ettiler. 19. Yüzyıldan sonra Avrupalı tarihçiler tarafından keşfedilen İbn Haldun’un çalışmaları geniş çapta takdir topladı.
İbn Haldun’un fikirlerine benzer düşünceleri sonraki yüzyıllarda Avrupalı pek çok düşünür ve bilim insanı da ortaya koydu. Bu durum, onun etkisinin büyüklüğünü kanıtlarken, İngiliz tarihçi Arnold Toynbee İbn Haldun için “Herhangi bir zamanda, herhangi bir ülkede, herhangi bir zihin tarafından yaratılmış en büyük tarih felsefesinin sahibi” ifadesini kullanarak onu yüceltti.
İbn Haldun, ilim çevrelerince “sosyal bilimlerin babası” olarak kabul edilir ve eserleri, özellikle Mukaddime, yüzyıllar boyunca Doğu ve Batı dünyasını etkilemiştir. Onun tecrübelerle şekillenen gözlemleri, devletlerin yükselişi ve çöküşünün analizinde kullanılmıştır. Ayrıca, çok kültürlü ve medeniyetler arası bir dünya düzeninin teorik altyapısını oluşturmak için çalışanlar için sağlam bir temel sunmuştur.
Dr. Erdem ULAŞ
ASAM Kendir Enstitüsü Başkanı