Hukuki anlamda terazinin bir kefesinde suçlar, diğer kefesinde ise cezalar bulunur ve bunların birbirine eşit olması gerekir. Eğer bir suç işlenmişse ve buna karşılık uygun bir ceza verilmemişse, o zaman adaletten söz edilemez. Bu durum keyfilik oluşturur ve insanların bir arada yaşamasını sağlayan bir araç değildir.
Ekonomik yaşamdaki karşılığına gelirsek, bu makalenin konusu olan ‘geçimde adalet nasıl sağlanır?’ sorusunun yanıtını ararken şu unsurları göz önünde bulunduruyoruz: Bireylerin, her bir fert olarak, ürettikleri mal ve hizmetler terazinin bir kefesinde yer alırken, diğer kefesinde ise bunlara karşılık gelen toplam gelir bulunmaktadır. Öncelikle, burada bir denge aramaktayız. Eğer burada bir denge yoksa, o zaman adaletten bahsedemeyiz.
Diyelim ki bir denklik sağlandı; daha sonra, bu denkliğin ölçüsü olan gelirin, o kişinin içinde bulunduğu toplumda ihtiyaç duyduğu harcamaları karşılayıp karşılamadığına bakarız. Eğer karşılamıyorsa, orada bir sorun olduğunu ve adaletin tam anlamıyla sağlanmadığını ortaya çıkar.
Burada yazılacakları bir çerçeveye oturtarak ve bunları gerçek rakamlarla test ederek, adaletin sağlanıp sağlanmadığı hususunda sonuçlara ulaşabiliriz. Bu makalemizde yazılacak olanlar ana çerçeveyi oluşturacaktır.
Şimdi bu ana çerçeveyi adalet ekseninde oluşturduktan sonra, konuyu birkaç farklı soru sorarak başlamak istiyorum.
- Adalet için bütün bu dengelemeleri kurarken, peki ya terazinin kendisi bozuksa ne olur?
- Kullandığımız ölçü ve mizanın kendisi bozuk ise, yanlış bir denkleme oturtturulmuş ise ne olacak?
- Biz, terazinin kefelerine bakarak denklik yani adalet arıyoruz. Peki terazinin kendisi yanlış imal edilmiş ise ne olacak?
İşte o zaman, öncelikle terazinin düzeltilmesi işlemine girişmek zorundayız. Bir kalibrasyon yapmalıyız. Şimdi bu benzetmeleri konumuzla ilişkilendirirsek, sorulması gereken soru şudur:
- Bugün, üretilen veya üretilecek olan mal ve hizmetlerin karşılığında kullandığımız para nereden geliyor?
- Bu para nasıl üretiliyor veya yaratılıyor?”
Evet, eğer burada bir bozukluk veya adaletsizlik varsa, bu ölçütü kullanarak yapacağımız tüm ölçümler sorunlu olacaktır. Bu nedenle, öncelikle bu sorunun çözülmesi gerekmektedir. Ben de size, bu konuyu kısaca sunacağım. Konunun iyi anlaşılması ve dağılmaması için, farklı yorum ve değerlendirmelerden kaçınacağım.
Sokaktaki vatandaşa sıkça sormuşumdur ve sordurmuşumdur: ‘Ülkemizde parayı kim üretiyor?’ Neden sokaktaki vatandaş? Çünkü bugün gücü elinde bulunduranlar, aslında onun tarafından belirlenmektedir!
Cevaplar genellikle, %90’ın üzerinde, ‘devlet’ şeklindedir. Bu yanıtı, ‘vatandaş bilmiyor’ olarak yorumlayabiliriz ya da ‘vatandaş, olması gerektiğini söylüyor’ olarak da değerlendirebiliriz.
Peki, işin gerçeği nedir?
İşin aslı şu ki; bugün, ölçüm aracı olarak kullandığımız para, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Anonim Şirketi (TCMM) tarafından üretilmektedir. Burada, merkez bankasının yapısına ve kuruluşuna değinmeden doğrudan ‘nasıl üretildiği’ kısmına geçmek istiyorum. Bu konuda yoğun bir bilgi kirliliği ve komplo teorileri bulunmaktadır. Bu yüzden zamanımı bunları ayıklamakla harcamak istemiyorum.
Peki, Cumhuriyet Merkez Bankası para üretme yetkisini nereden alıyor?
En net cevap Anayasamızdan… Anayasamızın 87. Maddesi, para basma yetkisini Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) tanımıştır. TBMM ise 14 Ocak 1970 tarihli ve 1211 sayılı kanunla (bu bilgi paraların üzerinde de yazmaktadır) Cumhuriyet Merkez Bankası’na para üretme iznini vermiştir. Ayrıca, üretilen bu paranın tek resmi dolaşım aracı olduğunu ilan etmiştir. Tüm yetki Meclis’te toplanmış ve bu durum Anayasa ile düzenlenmiştir. Anayasanın 167. Maddesi tekel oluşumunu ve kartelleşmeyi önleme görevini de üstlenmektedir.
Peki, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) parayı nasıl üretir ve piyasaya nasıl sürer?
TCMB, ürettiği kağıt paraları piyasaya (çoğunlukla bankalar olmak üzere finans piyasasına) belirli bir faiz oranı üzerinden borç olarak sunar. Unutmayalım ki faiz, borcun bir parçasıdır. Bankalar ise, bu borçlanma yoluyla elde ettikleri parayı, müşterilerine yani reel ekonomiye, yine belirli bir faiz oranı üzerinden üretim veya tüketim kredisi şeklinde borç olarak sunarlar. Bugün para birimi olarak kullandığımız paranın piyasada var olma sebebi ve serüveni işte bu şekildedir. Ben buna ‘Borca Dayalı Para Sistemi’ (BDPS) adını veriyorum.
Peki, sorun nedir?
Sorunu belirlemek için iki test yapmamız gerekmektedir. İlk test, başlangıç noktası (doğa durumu) testidir. İkinci test ise sayısal eşdeğerlik testidir.
Başlangıç noktası testi, nedir?
Diyelim ki, TCMB başlangıçta piyasaya 100 milyar lira parayı, %10 faiz oranıyla bir yıl vadeli olarak verdi. Vade sonuna kadar da başka para verilmeyeceği açıklandı.
Dönem sonunda ne olacak?
Başından beri, piyasaya 100 milyar lira süren ve piyasadan 110 milyar lira talep eden Merkez Bankası için bu durum mümkün değildir. Tüm parayı geri ödeseniz bile, toplamda yalnızca 100 milyar lira olacaktır. İstenen ekstra 10 milyar lira faiz olarak mevcut değil. Bu durumda finans piyasası, her zaman borç almak ve borçlu kalmak zorundadır. Bu noktada, basit bir matematik analiziyle, zaman içinde bu yapılanmanın türevini aldığımızda, piyasadaki tüm paranın borçtan ibaret olduğunu görürüz. Yani eğer para varsa borç vardır; para yoksa, borç da yoktur. Para, Borç ile eşdeğerdir.
Bu, başlangıç noktası için bir testti. Ve işin başında sistemin yanlış modellendiğini anlamış oluyoruz.
İkinci testi şöyle yapalım:
Yine aynı yapıyı takip ederek, para ve kredi rakamlarını test edelim.
TCMB’nin (11 Ağustos 2017, Haftalık Para ve Banka İstatistikleri’ne göre) piyasaya sürdüğü para miktarı yaklaşık 120 milyar lira civarındadır. Bankaların piyasaya ne kadar kredi sağladığı ise normal şartlar altında beklenen miktar, kasalar ve cepler düşünüldüğünde, 100 milyar liranın altında olmalıdır. Ancak bankaların piyasaya sağladığı kredi miktarının 1 trilyon 300 milyar lira civarında olduğunu görüyoruz! Yani bankalar, mevcut 100 milyar lirayı o dönemde 13 kat artırmışlar. Aynı parayı defalarca döndürüp satmışlar. Başka bir deyişle, bankaların uygulamaları sizin mali politikalarınızın çok ötesinde sonuçlar doğurmuştur!
Şimdi bu denklemin bu kadar tuhaf olmasının nasıl mümkün olduğunu, daha da dikkat çekici olan ise buna kimin, nasıl ve neden karar verdiğini doğru bir şekilde anlamamız gerekiyor.
Bankalar nasıl oluyor da parayı bu kadar fazla arttırabiliyorlar?
Bir tren, otobüs veya uçak seferinde bir koltuğu yalnızca bir kişiye satabilirsiniz. Fakat eğer 13 kişiye satılırsa, bu durum suç teşkil eder ve dolandırıcılık sayılır.
Şimdi, bu kadar çok kredi nasıl verilebiliyor sorusunu iki aşamada açıklayayım.
Bu konu, makroekonomi kitaplarında ‘Kısmi Rezerv’, ‘Para Çarpanı’, ‘Kısmi Bankacılık’ başlıkları altında izah edilmektedir. Daha detaylı bilgiler ise Federal Rezerv Bankası’nın internet sitesinde bulunabilir.
Sistem şöyle açıklanabilir: Diyelim ki bir kişi, bankaya parasını yatırıyor. Banka, bu paranın bir kısmını zorunlu karşılık olarak Merkez Bankası’nda tutuyor ve geri kalan kısmını ise müşterilerine kredi olarak verebiliyor. Bu krediyi, yani parayı alan kişi, alışverişte başkalarına veriyor. Başkaları da bu parayı alıp, yeni bir mevduat olarak bir bankaya yatırıyorlar. Bu yeni mevduatın da belirli bir kısmı zorunlu karşılık olarak Merkez Bankası’nda tutuluyor ve geri kalan kısım yine kredi olarak verilebiliyor. Bu süreç böyle devam ediyor. Aynı mevduat üzerinden çok katlı para yaratılıyor.
Burada belirtilen şekli esas alırsak, çok katlı para yaratmanın da bir sınırı olmadığını anlayabiliriz. Matematikte geometrik diziler kullanarak, bu şekilde ne kadar para yaratılacağını hesaplayabiliriz.
Şimdi bu bölümün daha iyi anlaşılabilmesi için işlemleri basitçe sayısallaştıralım. Diyelim ki Ahmet, bankaya 100 lira yatırdı. Burada zorunlu karşılık oranının %10 olduğunu varsayalım. Banka, Ahmet’e bankada 100 lirası olduğunu belirten bir hesap cüzdanı verdi. Daha sonra banka, bu 100 liranın 10 lirasını zorunlu karşılık olarak Merkez Bankası’na yatırdı. Geriye kalan 90 lirayı ise diğer müşterilere kredi olarak dağıttı. Diyelim ki Behçet, bu 90 lirayı kredi olarak bankadan çekti ve alışveriş yaparak 90 lirayı Can’a aktardı. Can da bu parayı yeni bir mevduat olarak bankaya yatırdı. Banka, Can’a bankada 90 lirası olduğunu gösteren bir hesap cüzdanı verdi. Sonra banka, Can’ın yatırdığı 90 liranın %10’u olan 9 lirayı Merkez Bankası’na yatırarak, kalan 81 lirayı Demet’e kredi olarak verdi. Böylece, aslında aynı 100 lira üzerinden hem Ahmet’e hem de Can’a ‘bankamızda paranız var’ diyen hesap cüzdanları düzenlenmiş oldu. Bu süreç böyle devam ederse, aynı 100 lira sırasıyla 90, 81, 72.9 gibi azalarak dolaşıma girerken; toplam mevduat miktarı ise 100, 190, 271, 343.9 gibi artmaya devam eder. İşte bu durumu geometrik diziler yardımıyla kümülatif olarak hesaplayabiliriz.
Bu açıklama, Kısmi Rezerv Bankacılığı’nın kitaplarda yer alan ve adeta resmi bir anlatımıdır. Bu anlatılırken genellikle bankaların para yaratmadığı, sadece aracılık yaptıkları ve bir bütün olarak hareket ettikleri vurgulanır.
Ancak bankalarda gerçekleştirilen milyarlarca işlem tek tek izlenemediğinden, bankalar iki ‘ayrıcalıklı’ operasyonu daha de facto olarak yürütürler. Bunlardan ilki zorunlu karşılıklarla ilgilidir ve ikincisi bilançolarla ilgilidir.
Önce, zorunlu karşılıklarla ilgili bir açıklama yapayım.
Daha önce de belirttiğim üzere, bankalar kendilerine yatırılan mevduatın belirli bir oranını zorunlu karşılık olarak Merkez Bankasına yatırmak zorundadır. Örneğin, bankaya yatırılan 100 liralık bir mevduatın 10 lirası Merkez Bankasına yatırılır. Bu durumu tersine okuduğumuzda, Merkez Bankasına 10 lira yatıran bir banka, bize 100 lira mevduat yatırılmış olduğunu ifade etmiş olur.
Peki, bir banka kendisine gelen 100 lira mevduatın tamamını merkez bankasına zorunlu karşılık olarak yatırırsa ne olur? Bu durum nasıl yorumlanır?
Merkez bankasına 100 lira zorunlu karşılık yatıran bir banka, bu işlemle 1000 lira mevduat kabul ettiğini ifade etmiş olur. Eğer 50 lira zorunlu karşılık yatırırsa, bu durumda bankanın 500 lira mevduat topladığı kabul edilir.
Şimdi düşünün ki, bir banka kendisine gelen paraları sürekli olarak merkez bankasına zorunlu karşılık olarak yatırıyor. Peki, birkaç döngü sonrasında bankanın oluşturabileceği mevduat potansiyeli ne kadar olur? Yüz, bin, on bin, yüz bin, bir milyon…!
‘Peki, bundan ne anlamalıyız?’ diye sorabilirsiniz.
Ne anlamalıyız dersiniz?
Bir kere, banka istediği zaman istediği miktarda kredi yaratabilir. Bu durumun açık bir göstergesi budur. Çünkü banka kısmi rezerv uygulamasını tersine çevirebiliyor! Bu durumda, gelen 100 lira için azalan oranda para çarpanının hesaplanması tamamen geçersiz hale geliyor. Yani geometrik dizi ile yapılan hesaplar tamamen yanıltıcı oluyor. Daha fazla ne söylenebilir ki!
İşte tam bu noktada, bilançolarla ilgili olan bankaların gerçekleştirdiği ikinci operasyonun bilinmesi gerekmektedir.
Bir banka, bir kişiye borç para verdiğinde, yani kredi sağladığında, aynı zamanda o kişi için bir mevduat hesabı açar ve krediyi bu mevduat hesabına yazar. Bu durumda, kişinin mevduat hesabında borç aldığı miktar kadar para görünür. Eğer bu durumu tersine okursak, banka bize şu mesajı vermiş olur: Bu kişi bana bu miktarda mevduat yatırmıştır! Gerçekte ise o miktarda bir mevduat yatırılmamıştır. Ancak banka, sanki yatırılmış gibi işlem yapar.
Örneğin, banka Ahmet’in 100.000 lira yatırdığını söylemiş gibi davranır. Bankanın bu işlem sonucunda bilançosuna baktığınızda şunları görürsünüz: Aktifler 100.000 TL artmıştır çünkü Ahmet’ten 100.000 TL mevduat alınmıştır. Pasifler de 100.000 TL artmıştır çünkü Ahmet’e 100.000 TL kredi verilmiştir. Yani banka, Ahmet’e verdiği kredi miktarı kadar ödeme yapma yükümlülüğü altındadır.
Şimdi banka, bu işlemlerle ne yapmış oluyor? Bir kalemde istediği miktarda parayı yaratıyor. Buna rağmen “Bankacılık zaten böyle bir şey” diyebilirsiniz. Güvene dayanır ve bu tür bir yetki kullanır. İyi ama, neye, ne zaman ve ne kadar para yaratılacağına karar verme yetkisi niçin bankalarda? Parlamento ve Hükümet var. Maliye politikası uyguluyorlar. Bugün bankalar 1.3 trilyon lira yaratıp dağıtmış. Bu kararı neden onlar veriyor? Yetki TBMM’de!
İpotek edilen ev, arsa, araba gibi değerlerin konusu farklı bir felakettir. Öncelikle şunu bilmemiz gerekiyor; bu teminatlar olmaksızın da işlemler gerçekleştirilebilir. Ancak durumu tersine çevirdiğimizde karşımıza çıkan manzara şu: Bankalar, kişilerin elindeki varlıkları/hakları aslında çok düşük fiyatlara satın alıyorlar. Diyelim ki 50,000 TL değerinde bir araç kredisi çekeceksiniz. Banka, 200,000 TL değerindeki evinize ipotek koyar. Tersine düşündüğümüzde, bankanın 200,000 TL değerindeki evinizi 50,000 TL’ye satın aldığı izlenimi uyandırıyor. Çünkü eğer geri ödeyemezseniz, sonuçta olan tam olarak budur. Banka ise yasaların kendisine tanıdığı yetkilerle bu işlemi yapmaktadır. Bu yasalar, halkın seçtiği milletvekilleri tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) oluşturulmaktadır.
Daha önce tek tek belirttiğimiz bu fonksiyonları, bir sistematiğe oturtarak ve birlikte ifade ederek konuyu özetleyeceğim. İzin verirseniz bir hatırlatma yapmak isterim: Anlattıklarımın daha detaylı yönleri de bulunmaktadır ve ben bu detaylara hakimim. 25 yıldır bu alanda çalışıyorum. Ancak bu panel kapsamında konuyu ancak bu kadar özetleyebiliyorum.
Merkez Bankası, TBMM kararıyla kurulmuş özel bir şirkettir. Ülkede kullanılan parayı basma ve piyasaya sürme yetkisi kendisindedir. Bastığı her banknotu, piyasaya borç olarak ve bir faiz karşılığında sunmaktadır. Özetle, Merkez Bankası para yaratmakta ve bunu satmaktadır. Bankalar ise, kısmi rezerv sistemi adı altında bu parayı katlayarak çoğaltmaktadırlar. Yani kayıtlarında para yaratmaktadırlar. Ülkemizde bankalar, Merkez Bankası tarafından yaratılan paranın 12-13 katını havadan yaratma yetkisine sahiptirler. Çünkü banka, kredi verdiği anda, o kredi miktarında parayı havadan yaratmış olur. Dolayısıyla çok katmanlı bir sistem işlemektedir.
Banknot diyorum; çünkü TCMB banknot basarken, ülkemizde bozuk para dediğimiz paraları Darphane basmaktadır. Tam adıyla; T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı’na bağlı Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü’dür. Yani, piyasadaki toplam paranın yaklaşık %2’sini oluşturan bozuk paralar, tam anlamıyla devletindir. Hazine tarafından tedavüle çıkarılacak madeni paraların itibari değerleri, tedavüle çıktıkları yıl bütçeye gelir olarak kaydedilir. Bu sebeple ‘i’ harfinde fark vardır.
Ne ironiktir ki, bu sistemi aslında bizler kendimiz kurmuşuzdur. Bütün bunlar yasalar çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. Yasaları yapanlar ise bizim oylarımızla seçilen milletvekilleridir. Dolayısıyla, ölçüsü bozuk diye şikayet ettiğimiz elbiseyi aslında biz kendimiz diktirmiş oluyoruz.
Ancak yasama dönemleri, borçlanma dönemlerine göre çok daha kısa olduğundan, yasaları yapanların uygulamaları görmeleri, takip etmeleri ve denetlemeleri mümkün olmuyor. Birkaç dönem sonra seçilen yeni milletvekilleri ise, karşılarında yasaları değil, teamül haline gelmiş uygulamaları buluyorlar ve bu durumu sorgulamıyorlar; ya da ilgi alanları dışında olduğu için araştırmayı düşünmüyorlar.
Bütün bu anlattıklarımdan, sakın ‘TCMB’yi dağıtalım, bankaları kapatalım’ gibi sonuçlar çıkarmayın. Böyle bir şey demek istemiyorum.
Hepimiz bu düzenlemeleri adil bir şekilde yeniden yapalım. Anayasa değişiklikleri ve yasalarla bunlar yeniden düzenlenebilir. Para yaratma ve kullanma kararı Parlamento’nun, yani milletin yetkisindedir. Yapılacak düzenlemelerle bu işin matematiğini doğru bir denkleme yerleştirebiliriz. Sistem adil ve düzgün bir şekilde işler. Mevcut durumda para üretiminin matematiği/modeli yanlıştır.
Eğer burada adalet sağlanmazsa, adım adım daha fazla köleleşiriz. Keyfilik artar. Kurumlar, her biri bir düklüğe ya da imparatorluğa dönüşmeye başlar.
Şimdi size küçük bir örnek göstereceğim.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın 2011 tarihinde yayımladığı ‘Dünden Bugüne Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’ başlıklı dokümanı bulunmaktadır. Eğer kaldırmadılarsa sizde indirebilirsiniz.
Dokümanın 7. Sayfada diyor ki: ‘Merkez Bankası ve Banknot Basımı Anayasanın ilgili maddesine göre Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olan banknot basılmasına karar verme yetkisi Meclis tarafından Merkez Bankasına devredilmiştir. Bu kapsamda ve Merkez Bankası Kanunu’nda belirtildiği üzere, Banka Türkiye’de banknot basım ve ihraç yetkisine tek elden sahiptir.’
Eğer TBMM, Anayasa’da belirlenen yetkilerini kullanmazsa, bir şirket bu yetkileri kendiliğinden alabilir. Anayasa hükmü, yalnızca Anayasa değişikliği ile kaldırılabilir veya değiştirilebilir. Siz bunu burada yazarak değiştiremezsiniz. Ancak eğer bizler, sizler karşı çıkmazsak, ‘ben yaptım oldu’ anlayışı hüküm sürmeye devam eder.
Sistemi faizden arındırmamız gerekiyor. Çünkü faiz en büyük zulüm aracıdır. Daha geniş bir perspektiften bakıldığında, bu bir güç mücadelesidir. Bu gücü tanımlayan şu soruların cevaplarıdır:
- Kullandığımız para kimindir?
- Piyasada ne kadar para yaratılacağına kim karar veriyor?
- Devletin ne kadar borçlandırılacağına kim karar veriyor?
Bugün itibarıyla, içinde bulunduğumuz Borç Tabanlı Para Sistemi nedeniyle, bu güç Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) elinde değildir. TBMM, belki de bu gücün farkında değildir. Oysa Milleti ve Devleti TBMM temsil etmelidir ve bu gücü eline almalıdır. Anayasa ve yasalarda yapılacak şeffaf düzenlemeler ve uygulamalar sayesinde, bu güç Milletin veya Devletin kontrolünde olmalıdır.
Çünkü para, ekonomide her şeyin ölçüsüdür. Eğer ölçü bozuksa, üzerine kurulan hiçbir sistemde adaletten bahsedemeyiz. Para, sadece birkaç kişinin elinde dönen bir devlet aracı olmaktan çıkarılmalıdır.
Anayasa ve yasalarda yapılacak birkaç basit düzenleme ile bu sorunlar kolayca çözülebilir.
Prof. Dr. Mete GÜNDOĞAN