Küresel Elitlerin Biyoçeşitliliği Yok Etme Planları
22 Tem 2024
- Paylaş:
Dünya, Biyoçeşitlilik Krizinin Eşiğinde…
“Yok Oluşu İhraç Etmek” raporu, British Columbia Üniversitesi İklim Adaleti Merkezi ve Üçüncü Dünya Ağı’nın işbirliğiyle yayınlandı. Rapor, biyoçeşitliliğin üzerindeki tehdidin altında yatan küresel finansal sistemlerini ve krizin ana sebeplerini detaylarıyla ele alıyor. Makalemizde, raporun bulgularını ve küresel politik ekonominin biyoçeşitlilik üzerindeki zararlı etkilerini değerlendirerek, gelişmekte olan ülkelerin biyoçeşitlilik hedeflerine ulaşamama sebeplerini ve bu sorunu nasıl iyileştirebileceğimizi el alacağız.
Biyoçeşitlilik Krizinin Nedenleri neler?
Biyoçeşitlilik krizi, tarımsal arazi kullanımından kaynaklanıyor. Endüstriyel tarım, madencilik, petrol, gaz ve kömür çıkarma gibi faaliyetler, iklim ve biyoçeşitlilik krizlerinin baş rollerini oynuyor. Bu faaliyetler, küresel elitlerin yeni düzen kurallarını benimsemesinden ortaya çıkıyor. Gelişmekte olan ülkeler ve hükümetler ise, uluslararası finans sisteminin borç ve faiz baskısına maruz kalarak, zararlı madencilik ve kalkınma modellerini kabul etmeye zorlanıyorlar.
Küresel Finansal Sistemlerin Rolü
Küresel finansal sistemler, biyoçeşitlilik kaybının başrol oyuncularından biri! Uluslararası finans kurumları, özellikle Dünya Bankası ve IMF, gelişmekte olan ülkelerin hükümetlerine “Gelişin, gelişin!” diye borç verip, döviz kazanma ve ekonomik krizleri yönetme adına sürdürülemez faaliyetlere itiyor.
Dünya Bankası ve IMF, küresel güney ülkelerine finans sağladıkça, bu ülkelerin ekonomik politikalarını sanki kukla tiyatrosuymuş gibi yönlendiriyor. Bu politikalar genellikle, doğal kaynakların sömürülmesini ve ihracatını teşvik eden yapısal uyum programları şeklinde. Yani, “Doğayı talan et, kasayı doldur!” mantığıyla hareket ediyorlar. Uluslararası ticaret ve yatırım kuralları, biyoçeşitlilik kaybının başlıca sebeplerinden biri haline gelmiş durumda. WTO gibi kuruluşlar, küresel güney ülkelerini adeta sanayileşmiş dünyanın ucuz hammadde marketi ve demode teknolojilerin montajcısı olarak gösteriyor. Bu durum, küresel elitlerin oyunlarıyla gelişmekte olan ülkelerin gıda ve beslenme zincirlerinin tıkanmasına ve biyoçeşitlilik kaybının hızlanmasına yol açıyor. Yani, “Bize çalışın, doğayı da unutun!” diye bir tutum sergiliyorlar.
Üretim ve Biyoçeşitlilik Kaybı
Gelişmekte olan ülkelerde, üretim maliyetleri biyoçeşitlilik kaybının başrol oyuncusu olmuş durumda! Maliyetler ve faydalar, ülkeler arası bir piyango gibi dağılıyor. Doğal kaynaklarımız hızla azalırken, ekosistemler “Ben de varım!” demeyi bırakıyor. Ormansızlaşma ve endüstriyel tarım faaliyetleri, biyoçeşitliliği ciddi şekilde tehdit ediyor ve doğa, “Bana biraz huzur verin!” diye bağırıyor. Sosyal ve politik istikrarsızlık sahneye çıkıyor ve doğal kaynaklar üzerindeki mücadeleler, toplulukların göç etmesi ve çevresel adaletsizlikler bir dram filmi gibi gelişiyor. Bu, toplumların biyoçeşitliliği koruma çabalarını baltalıyor. Sonuç olarak, geçim kaynakları tükeniyor, biyoçeşitlilik azalıyor ve sürdürülebilir gelişme ile yeterli beslenme umutları suya düşüyor. Ne yazık ki, doğa ve insanlık arasındaki bu komedi-dram filminde mutlu bir son yok gibi görünüyor!
Gıda ve Enerji Egemenliği
Gelişmekte olan ülkeler, gıda ve enerji ihtiyaçlarının %85’ini dışarıdan sağlıyor. “Kendi yemeğimizi ve yakıtımızı yapamıyoruz ama ithalatta ustayız!” demek gibi bir durum bu. Bu, gıda ve enerji üzerindeki kontrolün kaybolmasına ve biyoçeşitliliğin azalmasına yol açıyor. Gıda egemenliği, “Yemeğimizi biz yapalım!” fikrini savunur, fakat uluslararası ticaret kuralları ve tarım sübvansiyonları bu durumu karmaşıklaştırır. Enerji egemenliği de “Enerjimizi kendimiz sağlayalım!” demektir, ancak uluslararası pazar bağımlılığı, endüstriyel tarımın yayılmasına ve biyoçeşitlilik kaybının artışına sebep oluyor. İronik olan şu ki, “Enerjimizi kendimiz üretelim!” derken aslında “Doğayı yok edelim!” demiş oluyorlar.
Yapısal Eksiklikler ve Ekonomik İstikrarsızlık
Gelişmekte olan ülkeler, gıda, enerji ve üretim açıklarının neden olduğu ekonomik depremlerle sarsılıyor. Bu yapısal boşluklar, ülkeleri borç bataklığına itiyor ve kendi kendine yeten ekonomiler kurmalarını engelliyor. Gıda açıkları, gıda güvenliğini alt üst ediyor. Çiftçiler, kendi topraklarında yetiştirecekleri yerine, küresel elitlerin dayattığı ürünleri ekmek zorunda kalıyor, bu da doğal çeşitliliği ve ekosistemleri riske atıyor. Üretim açıkları, sanayileşme rüyalarını suya düşürüyor. Düşük katma değerli üretim, doğanın çeşitliliğini de tehdit ediyor. “Kendi tarlamda ne ekeceğime karar verememek ne acı!” diye yakınırken, sanayileşme umutları “Bir gün belki…” diyerek erteleniyor.
İşbirliği ve Dayanışmalar…
Gelişen ülkeler, biyoçeşitlilik kaybını durdurmak için bir araya gelirse neler olur?
Bir yanda gıda ve enerji bağımsızlığı için stratejik yatırımlar yaparken, diğer yanda sanayileşme trenine atlayıp kaçan fırsatları yakalıyorlar. Ekosistemler korunuyor, herkes mutlu! Ülkeler işbirliği yaparak ortak menfaatlerini korumak için güçlerini birleştiriyor. Bu birlik, biyoçeşitliliği muhafaza etme çabalarını artırıyor ve sürdürülebilir gelişme amaçlarına ulaşmayı kolaylaştırıyor. Üstelik, uluslararası ticaret ve yatırım kurallarını yeniden şekillendirerek biyoçeşitlilik koruma çabalarını destekliyorlar. Kısacası, dünya bir yandan kurtarılırken, diğer yandan herkesin yüzü gülüyor!
Küresel Elitler bunun neresinde?
Ekosistemler alarm veriyor, biyoçeşitlilik adeta ‘ben kaçar’ modunda! Gelişmekte olan ülkelerin birlik olup dayanışma güç birliğini göstermesi şart. Bunu yaparken küresel elitlerin ‘büyük sıfırlama’ tuzağına düşmeyelim. Gelişmekte olan ülkeler olarak ‘strateji avcısı’ olup, uluslararası ‘işbirliği dansı’ ile bu sorunları alt edelim. Biyoçeşitlilik kaybı ciddi bir mesele olduğu kadar komedi filmi senaryosunda olduğu gibi her şey daha ‘kahkaha dolu’ olabilir. “Doğa için kahraman aranıyor!” ilanına cevap verme zamanı, belki de bu kahraman biziz!
Burak YILMAZ
Guwuste Com