Kalk Ve Uyar! Kötülüğe Dur De!

Hero Image

Cinsiyet Farklılıkları Üzerinden Ayrımcılık Üretmek

  • 25 Mar 2024

  • Paylaş:
Blog Detail Header

Kadın ve erkek cinsiyetine yönelik farklılıklara işaret eden çalışmalara, bulgulara ve düşüncelere cinsiyet ayrımcılığına hizmet ediyor gerekçesiyle bazı kesimler mesafeli yaklaştılar.

 

Gerçekte kadın ve erkek olmanın kendisi başlı başına önemli bir farklılıktır. Ancak bu farklılıkların kadınların aleyhine bir ayrımcılığa dönüştürülmesi de kadın ve erkeğin lehine olabilecek şekilde bütünleştirilmesi de mümkündür. Ayrımcılığın kaynağını kadın ve erkek doğasının farklılığında arama yanlışı, bu farklılıkları yok sayma ya da görmezden gelme yanlışına yol açmıştır. Hâlbuki ayrımcılığın kaynağı kadın ve erkeğin cinsiyetinden kaynaklanan farklılıklar değil, bu farklılıkları istismar eden, kendi menfaatleri doğrultusunda yorumlayan dünya görüşü, hukuk sistemleri ve yanlış inançlardır.

 

İnsanoğlu, eşitlemek adına kadın ve erkeğin doğasına müdahale edip değiştirmedikçe bu farklılık devam da edecektir. Ancak hırsla hareket eden ve kapitalist ekonomik sistemin ve neo-liberal politikaların “kadın” üzerine yaptığı hesapları göremeyen kadın hareketleri, kadını yeni acılar yaşayacakları maceralara sürüklemektedirler. Rekabet ve husumete dayalı bu anlayış, Batı’nın kendi sosyo-psikolojik koşulları içinde anlaşılabilir. Bireyciliğin, rekabetin, başarının, kârın, gücün, makam ve mevkiinin asıl değerler olarak kabul edildiği bir dünya görüşünde kadınların “erkeklere benzeme” çabası aynı zamanda kendini ezdirmeme çabası olarak görülebilir. Ama kadın ve erkeğin yaradılışındaki farklılıkları yok sayarak, bu farklılıklar yok olmayacaktır.

 

Toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları kadınları yanlış yönde motive etmekte ve kendi doğasına ters bir rekabetin içine sürüklemektedir. Kadınlar yine acı çekmekte, yine kendisine yüklenen rolü oynamanın verdiği bedeli ödemektedir. Feminist Economics’te yayınlanan bir makale, ABD’de yüksek eğitimli kadınların eve dönmeye başladığını ve kariyeri değil, tam zamanlı anneliği tercih ettiklerini söylüyor ve bunun nedenlerini anlamaya, analiz etmeye çalışarak bu durumu “anne etkisi” kavramıyla açıklıyor. (Heather Boushey, (2008) , ‘‘Opting Out? ’ ’ The Effect Of Children On Women’s Employment In The United States, Feminist Economics 14)

 

Aslında, Batıda toplumsal cinsiyet meseleleriyle ilgili bilimsel bir fikir birliği değil, "politik doğruluk" diktatörlüğü vardır. Bunların en ünlüleri, Amerikan Psikiyatri Birliği ve Amerikan Psikoloji Derneği olan bazı Batılı mesleki topluluklardır. Bunların ideolojik yayılmacılığı apaçık ortada. Bununla birlikte, Amerika’da eşcinsel ideolojinin yaydığı “homonormativite” ye karşı çıkan birçok uzman dernekleri vardır.

 

Örneğin; Terapötik Seçimler İttifakı, Amerikan Çocuk Doktorları Koleji, Katolik Tıp Derneği ve diğerleri. Rusya’da ise, Rus Psikiyatristler Derneği ve Rus Psikoloji Derneği, eşcinsel ideolojinin baskılarına boyun eğmiyor, en azından Batı ülkelerindeki meslektaşlarının ağzına bakmıyor, bilimsel açıdan objektif ve bağımsız olmaya çalışıyorlar.  Bizim uzmanlarımız da aynı özerk ve bağımsız bir bilimsel disipline sahip olmalıdır.

 

Ülkemizde ki özellikle psikiyatri ve psikoloji uzmanları, Batılı meslektaşların ağzına bakmamak ve argumentum ad verecundiam'a (otoriteye başvurmak) dayanan spekülatif argümanlarını kabul etmemek için yeterli bilimsel ve klinik deneyime sahip olmalıdır.

 

ICD-11 Tıbbi sınıflandırma, herhangi bir ideolojik düşünce ile dikte edilmemeli. İdeolojik çıkarlar, objektif olgusal verilerin göz ardı edilmesi gibi bir olumsuzluğu beraberinde getiriyor.  Cinsel normu belirlemede bilimsel mantığın ilkeleri esas alınmalı. DSÖ ve eşcinsel örgütlerin, bilimsel kuruluşlar üzerindeki ideolojik baskı ve sosyo-politik fikirlerin dayatmasına son verilmelidir.  Bilimsel tıbbi sınıflandırma, yalnızca nesnel klinik ve ampirik verilerin yorumlanmasının bir sonucu olmalıdır. Bilimsel tıbbi sınıflandırma, kesinlikle güçlü, ikna edici mantıklı sonuçlara dayanmalıdır ve uzmanlar arasında sınanabilir, tekrarlanabilir geçerlik ve güvenirliği karşılamalı.  Psikoseksüel sağlık alanında ortak kapsamlı araştırma ve bilimsel çalışma yürütmek için, ülkenin farklı ulusal merkezlerinden psikiyatri ve psikoloji, hukuk ve hukuk bilimleri alanında çalışan uzmanlardan oluşan bir çalışma grubu oluşturulmalı.

 

Psikoseksüel gelişimdeki sapmaların önlenmesi ve düzeltilmesi için yeni bilimsel yöntemler, terapi ve tedavi teknikleri geliştirilmeli. İstenmeyen eşcinsel çekiciliği ortadan kaldırma ve psikoseksüel gelişimdeki diğer sapmaları düzeltme deneyimi de dâhil olmak üzere bilimsel araştırma sonuçlarını, nesnel araştırma verilerini ve klinik deneyimi dikkate alan klinik kılavuzlar geliştirilmeli.

 

İnsan davranışlarının şekillenmesinde biyoloji bilimi, doğuştan gelen özelliklerin belirleyici olduğuna vurgu yapmaktadır. Biyolojik kuram ve cinsiyet farklılıkları arasındaki ilişki ise Edward Wilson’ın “Sosyobiyolojik Teori” yi ortaya atmasıyla 1970’li yıllarda önem kazanmıştır. Wilson, hayvanlar üzerinde gerçekleştirilen gözlemlerle eril ve dişil olmak üzere iki cins arasındaki farklılıkların açıklanmasına önemli bir katkı sağlamıştır. Wilson’ın teorisi, David Buss’ın toplumsal cinsiyet farklılıklarını açıklamakta biyolojik kuram üzerine odaklanmasında kilit bir rol oynamaktadır. David Buss, kadın ve erkeğin doğuştan gelen özellikleri vasıtasıyla farklı zorluklarla yüzleştiğini ve bu sayede toplumsal rollerinin birbirinden farklı biçimlendiğini ifade etmektedir.

 

Biyolojik kuramda toplumsal cinsiyete ilişkin farklılıklar üreme organları, hormonlar ya da beynin yapısı gibi biyolojik faktörlere dayanarak açıklamaktadır. D. Buss, kadın ve erkeklerin doğuştan gelen özellikleri vasıtasıyla yüzleştikleri ‘doğal’ sürecin bir sonucu olarak psikolojik anlamda birbirlerinden keskin çizgilerle ayrıldığını savunur. Biyolojik kuramcılara göre, tüm psikolojik olaylar bir şekilde beynin ve sinir sisteminin etkinliği sonucu ortaya çıkmakta, davranış ve beden ile beyin ve sinir sistemi arasında güçlü bir bağlantı olduğu belirtilmektedir. Beyin yapısını temel alan biyolojik yaklaşımlar, kadın ve erkeğin beyin yapılarının farklı olduğunu ve bu durumun bilişsel işlevlerde farklılaşmaya yol açtığını ileri sürmektedir.

 

Son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalar da kadın ve erkeklerin beyin işlevleri arasında bazı farklılıkların olduğu ortaya koymuştur. Ayrıca kadın ve erkek beyninin yapısal, fizyolojik ve biyokimyasal olarak bazı farklılıklar gösterdiği de bilinmektedir. Biyologlara göre, toplumsal cinsiyet farklılıklarına neden olan etkenlerden bir diğeri cinsiyet hormonlarıdır. Burada genetik mekanizma, hormonal aktivite ve davranış arasında bağlantı kurulur. Bu bağlantının kaynağı ise hayvanlar üzerinde yapılan deneyler ve insanlarla ilgili klinik gözlemlerdir. Örneğin, sıçanlar üzerinde yaratılan hormonal değişikliklerin davranışlar üzerinde etkili olduğu görülmüştür. Androjen (bir erkeklik hormonu) düzeyi arttırılınca dişilerde dövüşkenlik, hadım edilince de erkeklerde dişi çiftleşme pozisyonuna uygun yapısal değişiklikler ortaya çıkmıştır. Klinik bulgular ise, doğum öncesi dönemde bebeğin erkek olmasını sağlayan androjen hormonu düzeyinde sorunları olan kişilerden elde edilmiştir.

 

Androjen hormonunun yüksek olduğu belirlenen kız çocuklarında daha erkeksi davranışlarla birlikte ev dışı oyunları ve erkeklerle oynamayı tercih ettikleri gözlemlenmiş, ev işleri yerine mesleklere yöneldikleri ve bebeklere ilgi göstermedikleri belirlenmiştir. Doreen Kimura, cinsiyet hormonlarının, en temelde kadın ve erkek beyninde farklılaşma olarak kendini belli ettiğini savunur. Bu farklılaşma, çocukluk döneminden itibaren davranışlar üzerinde etkili olmaktadır. Biyolojik kurama göre; davranışsal farklılıkların önemli bir kısmı kız ve erkek çocuklarda erken yaşlarda gözlemlenmektedir. Hem kız hem de erkek çocuğa sahip ebeveynler, farklı bir yaklaşım sergilemedikleri halde, kız ve erkek çocuklarının davranış ve ilgilerinin ayrı yönlerde geliştiğini belirtmektedir. Kız çocuklar bebeklere ve yumuşak oyuncaklara ilgi duyarken; erkek çocuklar silah ve arabalara ilgi göstermektedir.

 

Erkek çocuklar koşma, atlama, güreşme ya da uçak taklidi yapma eğilimi gösterirken; kız çocuklar dokunmayı, konuşmayı, sarılmayı ve öpmeyi tercih etmektedir. Erkek çocukların bir araya gelince hiyerarşik bir düzen kurma eğilimine karşın, kız çocuklarda bu davranış belirgin olarak gözlemlenmemektedir. Biyolojik kuramın kadın ve erkek arasındaki farklılıkların sebeplerine ilişkin diğer bir savunusu kadınların çocuk doğurabilmeleri ancak erkeklerin bunu yapamamalarıdır. Biyologlara göre toplumsal cinsiyet farklılıklarının kökeninde yatan asıl neden budur.  Biyolojik kuramın önemli varsayımlarından biri de toplumsal cinsiyet farklılıklarının, kadın ve erkek arasındaki psikolojik farklılıkları da kapsamasıdır. David Buss, kadınlar ve erkekler arasında kesin bir psikolojik ayrım olduğunu, kadınların ve erkeklerin psikolojik olarak aynı olmalarının mümkün olmadığına dikkat çeker.

 

Dr. Fikret Yaman bu yaklaşımlara şu önemli eleştirilerde bulunuyor:

 

“Toplumsal cinsiyet eşitliğinden hareket eden modern yaklaşımlar, cinsiyetlere yüklenen rolleri geleneksellik veya modern dışı olarak etiketleyip reddederken bir taraftan da cinsiyetlere yeni roller yüklemektedir. Cinsiyetlere yüklenen yeni roller “kutsanıp” yüceltilirken, bu yaklaşımları sorgulayan görüşler ise dışlanabilmektedir. Kadın ve erkeğin sahip olduğu rollerden soyutlanması ve rollerin eşitlenmesi halinin toplumun temeli olan ailenin görevlerini yerini getirememesine yol açacağı gerçeği göz ardı edilmektedir.”

 

Dr. Mücahit Gültekin’ in “Bilimsel Araştırmalarda Kadın Erkek Farklılıkları” isimli çalışmasının sonuç kısmındaki açıklamaları burada belirtmekte yarar görüyorum:

 

“Bugüne kadar yapılmış pek çok araştırma çok farklı kültürlerde kadınlar ve erkekler arasında benzer farklılıklar olduğunu ortaya koymuştur. Bu farklılıkların bazıları çevresel faktörlerle açıklanabilirken, bazılarını kültürel ve çevresel faktörlerle açıklamak daha zor görünmektedir. Bunun sebebi açıktır: Çünkü erkek ve kadınların bazı biyolojik özellikleri farklıdır. Bunun da algı, tutum, duygu, davranış gibi psikolojik ve sosyal özellikleri etkilemesi doğaldır. Günümüzde gerçekte bu farklılıkları yok sayan bir bilim insanı bulunmamaktadır. Tartışma daha çok bu farklılıklara dayanarak kadınlara karşı ayrımcılık yapılıp yapılmadığı hakkındadır. Kesin olan erkekle kadının farklı cinsten iki insan oldukları, her birinin cinsel amacına uygun özel organlara sahip olduğu ve her cinsin doğa amacına ulaşmak için gerçekleştirmek zorunda olduğu görevler temelinde, fizyolojik ve psikolojik durumlarında bir dizi farklılığın bulunduğudur. Bunlar kimsenin reddedemeyeceği ve reddetmeyeceği olgulardır, ama bunlar erkekle kadının sosyal ya da siyasal hak eşitliğinde farklılığı gerekçelendirmez.” Ne var ki, bütün bu farklılıkları ve bu farklılıkların etkilediği kişilik özelliklerini dikkate almayan ve “kadın erkekle her açıdan eşittir” gibi bir söyleme dayanan yaklaşımların kadının da erkeğin de anlaşılmasını zorlaştıracağı açıktır. Sözü edilen farklılıkların ayrımcılık için bir gerekçe olarak kullanılması, istismar edilmesi mümkündür. Ancak bu bir bakış açısı meselesidir. Bu araştırma sonuçları daha çok, bu farklılıkların dikkate alındığı ama ayrımcılığa yol açmayan, adil ve iş bölümüne dayalı bir perspektifi güçlendirecek kanıtlar sunmaktadır. Daha önceki çalışmalarımızda da sıklıkla vurguladığımız gibi, toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları cinsiyetler arası bu farklılıkları, sırf kendi söylemiyle uyumlu görmediği için görmezden gelmesi rasyonel bir tutum değildir. Gerçeklerle savaşmanın, gerçeklere de topluma da zarar vereceği unutulmamalıdır. Erkek ve kadın beyni konusunda çok ses getiren iki kitabın yazarı olan bayan nöro –psikiyatr Dr. Brizendine’nin (2012) şu sözleri oldukça çarpıcıdır: “Özgür irade ve politik olarak doğru davranmak adına biyolojinin beyin üzerindeki etkisini görmezden gelmeyi deniyoruz, kendi doğamızla savaşıyoruz”

 

“Kadın-erkek konusunun fazlaca politikleştirilmiş olması kadını da erkeği de doğru bir şekilde anlamamızı zorlaştırıyor. Kadın ve erkeğin farklılıklarını dikkate alan ama bu farklılıkları istismar etmeyen “cinsiyetler arası adalete” dayalı yeni bir perspektifin mümkün olduğunu daha güçlü bir şekilde vurgulamaya her zamankinden daha çok ihtiyaç olduğunu belirtmeliyiz. Bu çalışma kadın-erkek eşitliği tartışmalarına daha objektif ve adaletli yaklaşmak için yapılmıştır. Sıklıkla ifade ettiğimiz gibi, konuyu “üstünlük” ekseninde tartışmak hem bir sonuç almayı hem de konunun anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Konu adalet temelinde tartışılmalıdır. Kadın ve erkeğe ilişkin konuları adalet temelinde tartışmak hem farklılıkları dikkate almayı sağlayacak hem de ayrımcılık ve istismara yol açan yaklaşımlara fırsat vermeyecektir. Burada aktarılan araştırmaların farklılıklara odaklanmasının sebebi, bir politika olarak uygulanan “toplumsal cinsiyet eşitliği” söyleminin içerdiği tek yanlılık ve subjektifliğe dikkat çekebilmektir. Kadının ve erkeğin “eşitlenmesi” adına “farklılıklarının yok sayılmasına” dayanan bu politik söylemin üzerinde tartışılması gereken pek çok yönünün olduğunu aktardığımız araştırma sonuçları ortaya koymaktadır. Bu araştırmada felsefi, ideolojik ve dini açıklamalara girmeden sadece bilimsel araştırma sonuçlarının aktarılmasına özen gösterilmiştir. Ne var ki, hemen her konuda “bilimin hakemliğine” başvurulmasını isteyen çevrelerin söz konusu toplumsal cinsiyet eşitliği olduğunda niçin bilimsel bulguları dikkate almadıklarını sormak istiyoruz. Hatta bu konuda bilakis eleştirel bir tutum gösterilerek sergilenen çifte standarda dikkat çekmek istiyoruz. ”

 

"Şu noktayı tekrar vurgulamak istiyoruz: Toplumsal cinsiyet eşitliği söylemi ve politikası tamamen “kadın-erkek rollerinin” kültür tarafından inşa edildiği varsayımına dayanmaktadır. Bu çalışmada aktardığımız ve aktaramadığımız pek çok araştırma bu varsayımı geçersiz kılmakta, en iyi ifadeyle tartışmalı hale getirmektedir. Dr. Brizendine’nin ifade ettiği gibi, kulağa hoş gelen bu politik söylem uğruna kadının ve erkeğin doğasıyla savaşılmamalıdır. Gerçeklere karşı savaş açılmasından gerçekler olmasa bile bütün bir insanoğlu zarar görecektir. Çalışmanın kadının ve erkeğin haksızlığa uğramadığı adaletli bir dünyada yaşamasına katkıda bulunmasını temenni ediyoruz.”

 

Dr. Mücahit Gültekin’ e katılıyoruz. Cinsiyet farklılığı bir ayrımcılık sebebi değildir ve cinsiyet rollerinin çoğunluğu biyolojik cinsiyet farklılığından kaynaklanıyor ve bir kısmı da toplumsal öğretilerden geliyor. Kişiler yaratılıştan gelen cinsiyet rollerinden uzaklaştıkça kadına benzeyen erkekler ve erkeğe benzeyen kadınlar artıyor ve bu da pek çok sorunun kaynağı oluyor. Kadın ve erkek cinsiyet farklığı tehlikeli bir durum değildir ve bu farklılık ayrımcılığa sebep olmamalıdır. Bu farklılığın ayrımcılığa, nefrete dönüşmemesi de bizim elimizdedir.

 

Tam aksi kadın ve erkek arasında ayrımcılık yapan ve düşmanlık yayanlar feministler ve toplumsal cinsiyetçi teorisyenlerdir. Bunu kendi yayınlarında ve web sitelerindeki yazılardaki nefret dilinden biliyoruz. Özellikle erkekleri kötü, şeytansı, sömürücü, aşağılayıcı, kaba gösteren yazı, yorum ve resimlere sık rastlanıyor. Erkek cinsiyetine düşmanlık da bir nefret suçudur. Bu nefret suçunu feministler yürüyüşlerinde de sergiliyorlar ve bu cinsiyet ayrımcılığı içeren misandrik söylem ve eylemlerden hiç vazgeçmiyorlar.

 

İşin en ilginç yanı ataerkil diye suçladıkları bu devletin savcıları, erkeklere yönelik nefret suçu işleyen feministlere yönelik bir soruşturma bile yapmıyorlar. Kadınlara yönelik nefret unsuru içeren aynı söylemi bir erkek yapsaydı hemen tutuklanırdı. Feministlere ve toplumsal cinsiyet kuramcılarına tavsiyemiz; biraz olsun erkek cinsiyetine yönelik nefret söylemlerini, alay ve hakaretleri bir kenara bırakıp erkek cinsiyetini anlamaya çalışsınlar, empati kursunlar.

 

Kadın erkek arasındaki genetik, biyolojik ve duygusal farkları inkâr etmek, yok saymak yerine bu farklılıkları olduğu gibi kabul edip bu farklılıklara rağmen nasıl birlikte uyumlu, güvenli, adil ve huzurlu bir yaşam sürebiliriz sorusuna erdemli bir şekilde katkı sunsunlar. 


     

Vedat KAT
Psikolojik Danışman & Sosyolog
 

Makale Yazarı

Article Author

Vedat KAT

Yazar

Yazarın Diğer Yazıları

Paylaş:
Bu web sitesi deneyiminizi geliştirmek için çerezleri kullanır. Devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.