Cinsiyetsiz stil kodları kapsamında, vücut hatlarını net çizgilerle belirlemek yerine, daha doğal ve esnek tasarımların öne çıktığı akışkan yapıdaki tasarımlar görülmektedir.
Her iki cinsiyetin de rahatlıkla giyebileceği bu tasarım anlayışında, renkler artık sadece feminen ya da sadece maskülen olarak algılanmıyor.
“Androjen kimlik” tanımı, “Karma kimlik” veya “Karışık cinsiyet rolü” anlamında kullanılmaktadır; ne kadın ne erkek, ikisinin karışımı olarak. Hem kadın hem erkek özelliklerini karma olarak barındıran, yani Toplumsal Cinsiyet Eşitliği (TCE) tarafından kurgulanan üçüncü cinsiyeti ifade eder.
Androjenler Tek Cinsiyeti Reddediyorlar
Bir KPSS eğitim sayfasında androjen tanımı şu şekilde yapılmıştır:
“Androjen kimlik/kişilik/cinsiyet rolü: Hem erkeksi hem de kadınsı özellikleri yüksek düzeyde sergileyen bireylerdir. Çağdaş toplumlar, yeni nesilleri androjen kişiliklere uygun bir şekilde yetiştirirler.”
Umarım nesilleri androjen yetiştirecek kadar çağdaş olmayız demek istiyorum; ancak yapılan araştırmalar, gençlerdeki cinsiyet rollerinin bozulmasının son derece hızlı olduğunu göstermektedir. Sonuçlar, dini hassasiyeti olan kişilere göre bozulmadır; onlara göre ise çağdaşlıktır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin hedefi, androjen bireyler yetiştirmektir. Şiddetin sebebi olarak erkekliği gösteriyorlar. Amaç, erkeklerin erkeklikten utanmalarını ve “ben şiddet gösteren erkeklere benzemiyorum, bakın ben kadına benziyorum” psikolojisine girmelerini sağlamaktır.
**Erkekliği azaltmadan androjenleri artıramıyorlar.
Eğer erkekler erkekliklerinden vazgeçerlerse şiddetin sona ereceği düşünülüyor: “Ah şekerim, manikür zamanım geldi” veya “Akşam kek yapayım da Canan’ı mı yoksa Levent’i mi davet etsem? Her ikisi de olabilir, uygunlar” gibi cinsel yönelimi ve ahlaki değerleri normalleştiren karma cinsiyetler hedef alınıyor. Medyada sürekli şiddet haberleriyle kadınlara “sen zayıf, ezilen, tacize uğrayan, zavallı bir bireysin, kırılgan bir grupsun, bu cinsiyeti bırak ve erkek gibi saldırarak güçlen” mesajı verildiği iddia ediliyor.
Bu aslında karma bir cinsiyet meselesi değil; burada amaç erkeği kadınlaştırmak ve kadını erkekleştirmek olarak görülüyor.
Bir kişinin hem erkek hem de kadın özelliklerini taşıması mümkün olmakla birlikte, genellikle bir cinsiyet özellikleri diğerine göre daha baskın olacaktır.
Aileler bazen “oğlum kız gibi davranıyor, ne yapmalıyız?” diye endişelenirken, “kızım erkek gibi davranıyor, ne yapmalıyız?” diye endişelenenleri daha az duyarız. Kız çocuklarının erkek gibi davranmaları bazı aileler için sorun teşkil etmese de, bu durum da önemli bir meseledir. Ancak çocukları kadınsı davranışlar sergilediğinde daha fazla rahatsızlık duyarlar.
Son yıllarda, bazı kadınların daha saldırgan bir tutum takınmaya başladıklarını gözlemleyebiliriz. Ancak bu, tipik bir erkek davranışı olarak değerlendirilmemelidir; çünkü bu bazen maço erkeklerin sergilediği sağlıksız davranışlarla benzer olabilir. Erkeklerin daha kırılgan ve duygusal davranışlar sergilemeye başladıkları söylenebilir. Bu durum, onların aşırı duygusal veya korkak oldukları anlamına gelmez; farklı duygusal ifade şekilleri gösterebilirler.
Bu şekilde şiddet azalır mı? Hayır. Sadece yön değiştirir, isim değiştirir. Kadın da erkek de ortada kalmayacağı için cinayetlerde ölen bir kadın olsa bile “kadına şiddet” denmez, “androjen bireye şiddet” denir.
İki cinsiyeti bir bedende taşımakta zorlanan ve bu yüzden psikolojisi bozulan androjenlerin şiddet haberleri, bu günleri mumla aratacak. Sonra, androjen şiddetini bitirmek için “insandan insana bir hayır yok, en iyisi biz size robot verelim” diyecekler. Batı’da robotlarla evlilikler zaten konuşulmaya başlandı.
Sanayi devrimi feminizmi doğurdu, robotlar çağı ise kadını da erkeği de ortadan kaldırarak üçüncü cinsiyeti yaratmaya çalışıyor. Yeni dünya ve yeni insan tasarımı üzerinde çalışan tanrıcılık oynayan şeytani güçler, dini ve cinsiyeti yok etmeye çabalıyorlar.
Dinimiz tarafından yasaklanan kadın ve erkeğin birbirine benzemesi, insanı kimlik bunalımına sürükleyebilir. Günümüzde ateizmin artışında, cinsiyetlerin karışmasının da bir etkisi olduğu düşünülebilir. Cinsiyetini reddeden bir kişinin, dini inançları benimsemesi zor bir durum olabilir.
Androjen gibi havalı bir isim de olsa işin aslı cinsiyetsizlik fakat onlar androjeni tercih ediyorlar. Cinsiyetsizlik kimliksizliktir. Maalesef ki gençler arasında cinsiyetsizlik hızla yayılıyor. Bu aynı zamanda “cinsel yönelim” denen sapkın ilişkilerin yayılma hızını da gösteriyor.
Araştırma sonuçları bizim için gerçekten korkutucu. Avrupa Birliği, kadına yönelik şiddeti sonlandırmak amacıyla fonlar sağlamakta ve bu fonlar özellikle resmi kurumlar ve kadın dernekleri tarafından yürütülen kadına şiddetle mücadele projelerine milyonlarca dolar olarak aktarılmaktadır. Bu fonlardan faydalanan bazı kişiler, “kadına şiddet” haberlerinin arkasına saklanarak işlerine devam etmektedirler.
Her taraftan cinsiyete saldırı var. Moda, medya, şiddet haberleri, 6284 sayılı yasa ve diğer kanunlar, feminist kadın derneklerinin çalışmaları derken, cinsiyetsizlik gençler arasında oldukça etkili olmuş. Ancak hâlâ yeterli görülmüyor; medyada androjen bireyler daha da öne çıkarılmaya çalışılıyor. Uzun zamandır defilelerde androjen mankenler yer alıyor ve gazete sayfalarında yer buluyor; ancak görünen o ki, çok daha ünlü kişilerle çalışılmaya başlanmış. Cinsiyete karşı açılan savaş, aynı zamanda din ve insanlığa karşı açılan bir savaştır. Kadın ve erkeği öldürmek, insanı öldürmektir. Dinimiz, cinsiyetin ve neslin korunmasını emreder. Cinsiyetsizliği gizli ya da açık desteklemek, dine ve insanlığa karşı açılan savaşta düşman tarafında paralı asker olmak demektir.
Modern Dünyanın ‘Cinsiyetsizlik’ Dayatması: Çocuklar Hedefte
Çocukların kıyafetleri, oyuncakları, odaları ve yaşam tarzları genellikle cinsiyetlerine göre şekillendirilir; böylece bir çocuğun karakteri, ait olduğu cinsiyete uygun olarak gelişir. Ancak son yıllarda, küresel güçlerin finanse ettiği cinsiyetsiz okullar, bu algıyı değiştirmeye yönelik çabalar içindedir.
İsveç’teki bu okul öncesi eğitim kurumlarında, kız ve erkek çocuklar için ayrı oyuncaklar ve oyun alanları bulunmamaktadır. Aynı oyuncaklarla oynayan çocukların, herhangi bir cinsiyete yönlendirilmeden eğitim almaları hedeflenmektedir. Bu okulların isimleri Nicolaigarden ve Egalia’dır. Egalia, Latince’de “eşitlik” anlamına gelir. Okulda, çocukların belirli cinsiyet sınırlarına hapsedilmediği vurgulanmakta ve onlara kız veya erkek olarak hitap edilmemektedir. Bunun yerine “arkadaş” veya “çocuk” ifadeleri tercih edilmektedir.
Çocuklar genellikle isimleriyle anılırken, cinsiyet belirtmeyen ve Türkçede “o” anlamına gelen “hen” zamiri de kullanılmaktadır. Okulda kullanılan kitaplarda, sadece geleneksel anne-baba yapılarına değil, eşcinsel çiftlere de yer verilmektedir. Bu tür okulların yakın zamanda Türkiye’de de açılması planlanmaktadır. Cinsiyetsiz okullar, cinsiyeti bir dayatma olarak eleştirirken, kendileri cinsiyetsizliği dayatmakla ve eşcinselliği yaymakla suçlanmaktadır.
Biyolojik olarak farklı iki cinsiyeti zorla aynı kalıplara sokarak ortak bir yaşam tarzı ve biçimi oluşturmanın büyük bir hata olduğu ifade edilirken, İsveçli psikiyatrist ve yazar David Eberhard’a göre, çocukları cinsiyet içermeyen ‘hen’ zamiriyle çağırmak, biyolojik farklılıklara karşı bilinçli bir körlüktür. Eberhard sözlerine şöyle devam ediyor: ‘Bu yöntem, çocuklar küçükken işe yarayan bir tür beyin yıkama olabilir ve kısa vadede benimsenebilir. Ancak normal bir okula başladıklarında ne olacak? Bu cinsiyetsiz uygulamanın bilimle ilgisi yoktur.’ Okul yetkilileri ise ‘kızları erkek, erkekleri kız olarak yetiştirme gibi bir amaçlarının olmadığını, sadece her çocuğun istediği kişi olmasını arzu ettiklerini’ savunuyorlar. Ancak Eberhard gibi pek çok kişi bu yaklaşıma şiddetle karşı çıkıyor.
Çocuklar ve ergenler cinsiyet sorunları yaşayabilir
Cinsiyetsiz okullara karşı çıkanlar, çocukların cinsiyetlerine yabancılaştırılmasından ziyade, toplumdaki cinsiyet eşitsizliği sorunlarına eğilinmesi gerektiğini vurguluyorlar. Cinsiyetsiz okulların yaygınlaşması ihtimali düşünüldüğünde, bunun potansiyel sonuçları merak ediliyor. Bu tür okullarda eğitim alan çocukların, ilerleyen yıllarda kendi cinsiyetleriyle ilgili sorunlar yaşayabileceği öngörülüyor. David Eberhard gibi isimler, bu okulların belirli bir ideolojiyi desteklediğini ve bu tarz bir eğitimin, cinsiyet algısını değiştirmek amacıyla bir proje olduğunu ileri sürüyorlar. Çocukların cinsiyetlerinin aşağılanma konusu olmadığı, kız veya erkek olmanın bireyin değerinde bir değişiklik yaratmayacağı ve her bireyin kendi cinsiyetini sorunsuz bir şekilde benimsemesi gerektiği savunulmaktadır. (Bakınız)
Neslimizi korumak için cinsiyeti yok etme savaşına karşı güçlü bir şekilde mücadele etmeliyiz. Yaratılışta zıtlık vardır ve zıtlar birbirini tamamlar. Beynimizin yapısında ve hormonlarımızda kadınlarla erkekler arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Yüzlerce bilimsel çalışma, kadınların ve erkeklerin kromozomal, biyolojik, fizyolojik ve psikolojik olarak farklı olduklarını kanıtlamaktadır. Anne karnındaki kız ve erkek bebeklerin davranışlarında bile farklılıklar olduğunu bilimsel çalışmalar açıklamaktadır. Buna rağmen, farklı cinsiyetler üretme çabası, durumun bilimsel bir kaygıdan çok ideolojik bir kaygı olduğunu göstermektedir. Cinsel hedonizmin yaygınlaşması, çoklu cinsel tercihleri ve yaklaşımları ile bunlar üzerinden üretilen yapay cinsel kimlikleri de yaygınlaştırmaktadır.
Küresel sermaye tarafından finanse edilen moda ve sinema endüstrisi, medya aracılığıyla topluma cinsiyetsizlik ve androjenliği empoze etmeye çalışıyor. Bu empoze sürecinde feministler, toplumsal cinsiyet teorisyenleri, eşcinsel ve transseksüel aktivistler öncülük ediyor, bu da toplumda çocukların ve gençlerin cinsel kimlik konusunda karışıklık yaşamasına neden oluyor. Çoklu cinsel kimlikler hakkında çeşitli bilgilerle karşılaşan gençlerin yaşadığı zihinsel ve duygusal karışıklık, göz ardı edilemeyecek toplumsal zararlara yol açıyor. Bu durum, hayatı sadece cinsel kimlik üzerinden değerlendiren, çevre kirliliği, emek sömürüsü, adaletsizlikler ve haksızlıklar karşısında duyarsız kalan hedonist bir neslin artmasına sebep olacaktır. Çok geç olmadan toplumu bu konuda bilinçlendirecek çalışmalar yapmalıyız.
Vedat Kat
Psikolojik Danışman & Sosyolog