Total Terör Merkezi: DSÖ
13 Nis 2024
- Paylaş:
Total Terör Merkezi: DSÖ
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Uluslararası Sağlık Tüzüğün’de (IHR) yapacağı değişiklikleri kabul ettirmeyi başarırsa ne gibi sonuçlar doğurabilir?
Makalemizin hemen başında soruya cevap verelim: Yol totalitarizme çıkar.
Bu makalemizde, totalitarizme giden yolda Dünya Sağlık Örgütü’nün oynadığı role değineceğiz.
Dünya Sağlık Örgütü tarafından önerilen Uluslararası Sağlık Tüzüğü değişiklikleri kabul edildiği takdirde dünya için önemli sonuçlar doğurabilir.
Totaliter yönetim, pandemi koşullarında kısmen deneyimlenmiş bir yönetim şeklidir ve katıksız totalitarizme yol açabilir. Dünya Sağlık Örgütü’nün Uluslararası Sağlık Tüzüğü’nde yapmayı planladığı değişiklikler eğer global olarak kabul görürse, bu durum dünya vatandaşlarının mutlak bir totalitarizm ile karşı karşıya kalmasına neden olabilir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün ‘pandemiye hazırlık’ kavramını, üye ülkelerin vatandaşlarının ve vergi mükelleflerinin milyarlarca dolarını Dünya Sağlık Örgütü’ne ve medyanın da içinde olduğu diğer işbirlikçi endüstrilere aktarmak, ‘halk sağlığı’ adına sansürü meşrulaştırmak ve küresel ‘halk sağlığı’ karar alma sürecindeki egemenliği Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü’ne devretmek amacıyla tasarlanmış bir aldatmacadır.
Ayrıca, Dünya Sağlık Örgütü’nün “Tek Sağlık” fikrini tüm canlıları, ekosistemleri ve iklim değişikliğini kendi otoritesi altına almak, yaygın dağıtım için daha fazla patojen elde etmek ve küresel olarak daha fazla zorunlu aşı ve aşı pasaportu ile dünyayı kilitlemeleri geliştirmeyi haklı çıkarmak ve böylece nüfuslar üzerindeki azaltmaya yönelik kontrolü artırmak için kullanma niyetini vurgulamaktadır.
Eğer Dünya Sağlık Örgütü ‘Tek Sağlık” fikrini öne sürerek küresel gücü ele geçirirse, etkinlikleri ve yan etkileri ne olursa olsun, ölüm de dahil, “dünya sağlığı” adına gerekli gördüğü her türlü “tıbbi” programı uygulama ve dayatma yetkisine sahip olacak.
Birçok filozof, totalitarizmi tarihsel tezahürleri üzerinden detaylı bir şekilde ele almış ve totaliter rejimlerin sadece özgürlükleri sınırlamakla kalmayıp, aynı zamanda hareket özgürlüğü gibi temel bir özgürlüğü de ortadan kaldırdığını ve bu bağlamda, totaliter yönetimlerin temelinde yatan “total terör” kavramını kullanarak, bu rejimlerin sadece bireysel özgürlükleri değil, aynı zamanda toplumsal hareketliliği de engellediğini vurgulamışlardır.
Planlı Pandemi acil durumunun rejisörleri, aktörleri ve diğer failleri, serbest dolaşıma ve sansürsüzsüz doğru bilgiye erişimimizi kısıtlayarak hayatlarımıza akıllıca “total terör” işlevselliği normal birşeymiş gibi soktular. Evden hom ofis tarzında çalışmayı ve uzaktan erşimle ders çalışmayı teşvik ederek milyonlarca insanı evlerinde bilgisayar ekranlarının önünde hapsetti. Birkaç istisna dışında halka açık toplantıların pandemi bahanesi ile yasaklanması da “total terör” doktrinini yoğunlaştırmada aynı derecede etkili oldu. Halk üzerine sözde ölümcül ‘yeni koronavirüs’ korkusunu aşılamaya yönelik kampanyanın etkinliği göz önüne alındığında, çoğu insan bu mekansal kısıtlamaları ihlal etmeye cesaret edemeyecek ve böylece “total terörü” yoğunlaştıracaktı.
Son dönemde düşünürlerinin açıkladığı totalitarizm teorisi, insan hareketinin mekânsal önemini ve COVID-19’a şifa olsun diye sunulan sahte aşıların etkinlik ve güvenlik konusundaki eleştirel görüşlerin ve redcilerin sıkı denetim altına alınıp sansürlenmesine dikkat çekmektedir. Bu durum, resmi olarak kabul gören sözde mucizevi tedavilere şüpheyle yaklaşan ve bunları dile getiren kişilerin ‘absürt komplo teorisyenleri’ veya ‘insanlık düşmanı’ olarak damgalanarak ana akımdan dışlanmasına yol açmıştır.
İnsan hareketi için mekânın önemli olduğu gereçeği ortada iken, Küresel Elit Şeytanların toplanma merkezi olan Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) “15 dakikalık akıllı şehirler” oluşturma girişimi de belirlenen sınırların dışına çıkışı kısıtlamayı gerçekleştirilmesi hedeflenen şehirlerdir.
Düşünürler, günümüz totalitarizminin gelişimine dair düşüncelerini yalnızlık ve izolasyonun tam hakimiyet için önkoşullar olduğunu belirtirler. Siyasi izolasyonun ise, vatandaşların bir araya gelip güç kullanmasını engelleyerek diktatörlerin zalimane yönetimlerinin bir özelliği olarak “totaliterlik öncesi” durum olarak tanımlarlar. Yalnızlık ise sosyal izolasyonun bir yansımasıdır; her ikisi birbirinin aynı olmamakla birlikte, biri diğerinin varlığı olmadan mevcut olabilir.
Öyleyse, terörün “mutlak” bir hakimiyet kurabilmesi için insanların “birbirinden yalıtılmış” olması şart mıdır?
Totaliter bir yönetimin zaferini garantilemek adına, bu yönetimi destekleyen güçler, bireylerin kendilerini giderek daha izole ve yalnız hissetmelerine yol açacak koşulları yaratmayı hedefleyecektir.
Peki, gerçek terör nedir?
Terör, totaliter yönetimin temel bir özelliğidir. Doğanın veya tarihin gücü, herhangi bir sözde spontane insan eylemi tarafından engellenmeden, insanlık içinde özgürce akmasına izin verilmesini hedefleyen bir hareket yasasının uygulanmasıdır.
İnsanlar, doğanın ya da tarihin güçlerini serbest bırakıp kendilerini tehdit eden düşmanları tanımlayarak sözde “istikrar” arayışındadır. Bu süreçte, muhalefet ya da sempati ile davransalar bile, hiçbir özgür eylem, tarihin ya da doğanın, sınıfın ya da ırkın “nesnel düşmanlarını” yok etmeyi engelleyemez. Suçluluk ve masumiyet anlamsız hale gelir; zira “suçlular”, “aşağı ırklar”, “yaşamaya layık olmayan” bireyler, yok olmakta olan sınıflar ve çöküşte olan halklar, doğal ya da tarihi süreçlerin karşısında durmaya çalışır.
2020’de ortaya çıkan küresel sağlık acil durumu, iatrokrasi adı altında ilk kez belirgin bir totaliter karakter sergilemiştir. “Büyük Sıfırlama”yı ilerleten teknokrat bir grup, insan doğasına ters düşen “insanlığın ötesine” geçme ve doğal olmayan bir “tür” yaratmaya yönelik, insanlar ile makineler arasında bir füzyon oluşturma fikrini savunmaktadır.
Küresel elitlerin transhümanist ideolojisi, insanın mevcut biyolojik sınırlarını aşmayı ve Homo sapiens ile Gyna sapiens’in ötesine geçmeyi hedeflemektedir…
Homo ve Gyna sapiens, günümüzde yaşayan son insan türü olarak erkekler ve kadınlar arasında sınıflandırılır. Bu nedenle, dünyadaki tüm insanlar bu türün birer üyesidir. Düşünme, konuşma ve adaptasyon yetenekleri, modern gelişmiş insanı tanımlamak için kullanılan özelliklerdir.
Küresel Elit Şeytanlar, günümüz Homo/Gyna Sapiens’in geliştirilmesini, transhümanizm adı verilen sapkın bir ideolojiye dayandırmışlardır. Bu ideoloji, yapay zeka kontrollü gözetimin geniş etkileri ve mekansal hapsin psikolojik sonuçlarına işaret eden “total terör” kavramının işleyişinde ve zayıflatıcı etkilerinde kendini göstermektedir.
Dünya Sağlık Örgütü, sokağa çıkma yasakları, tıbbi acil durumlar ve zorunlu aşılar gibi önlemlerle özgürlükleri sınırlayabilir. Bu durum, “total terör” ya da Türkçe’de “topyekûn terör” olarak adlandırılabilir. Dünya Sağlık Örgütü’nün bu tür bir “Total Terör Merkezi” olup olmayacağı ise üye ülkelerin kararına bağlıdır.
Şunu da asla unutmamalıyız;
Küresel Elit Şeytanların insanları köleleştirme amacıyla hiçbir taşın altını boş bırakmamacasına gizli planlarına rağmen yerde ve gökte hiçbir şey gizli değildir. Dünya Sağlık Örgütünün bu girişimide insan nufusunu azaltarak daha kolay lokma haline getirilip kontrol etmek istemeleridir. Ana hedef ise Büyük Sıfırlamaya (great reset) en kısa zamanda geçip “Tek Sağlık Diktatörlüğünü” elde etmektir.
Bu ve buna benzer şeytani planlarından korkup sinmek yerine insanlar uyanık olduğu ve mücadele etmek için kollektif olarak bir araya geldiği ve çalıştığı müddetçe insan nesline düşman olan Büyük Şeytanın ve Küresel İşbirlikçi küçük şeytanlar ile dünyanın dört bir yanına yayılan işbirlikçilerinin planları zayıftır ve kolaylıkla da bertaraf edilebilir.
Merak ettiğiniz, okuduğunuz ve bir küresel “Büyük Sıfırlama” planının daha ifşasını fark ettiğiniz için teşekkürler…
Guwuste.Com
Kalk ve uyar! Kötülüğe de dur de!
(Get up and wake up! Stop the evil!)