1951 yılında ABD istihbarat topluluğu, bireylerden rızaları ya da bilgileri olmaksızın bilgi alma yöntemleri geliştirmek üzere “Project Artichok” (Enginar Projesi) başlattı. Nihai amaç ve hedefi, bireyler üzerinde öyle bir kontrol kurmaktı ki, kendi çıkarlarına aykırı hareket edecek olanları çeşitli metotlarla “talimatlar” vererek kendilerine hizmetkar ettirmekti.

New York Times, bu projeyle bağlantılı olan Kanada’daki Allan Memorial Enstitüsü adlı akıl hastanesinde hastalara yapılan skandal niteliğindeki kötü muameleyi ifşa eden bir makale yayınladı. Aynı makalede bahsi geçen bir başka CIA raporu, insan davranışlarını kontrol etmeye yönelik araştırmaların etik ve yasal kaygılar doğurduğunu ve dışarıdan araştırmacıların mesleki itibarlarını tehdit ettiği yönündeydi.

Yaklaşık 200 Amerikalı diplomat ve CIA çalışanı darbeli mikrodalga saldırılarına maruz kaldığında, ABD basınının konuyla ilgili haber yapmaya başlamasıyla ortaya çıkmıştı. Ancak, elektromanyetik radyasyonun insan sinir sistemi üzerinde yaratabileceği tüm etkileri ne olduğunu veya ne olmadığını ortaya koymamışlardı.

Bu gizli araştırma günümüze kadar devam etmektedir.

İnsan sinir sistemi, iyonlarla dolu su ve tuz çözeltileri olan elektrolitler içerir. Bu elektrolitler, harici elektromanyetik sinyalleri elektrik akımlarına dönüştürebilen antenler olarak işlev görür. Bu akımlar daha sonra sinir dokusu boyunca ilerler ve nöronları ateşlemeleri için uyarır. Sonuç olarak, insan sinir sisteminin aktivitesi, özellikle insan sinir sisteminin doğal frekanslarına uyan frekanslarda atıldığında, elektromanyetik dalgalar veya mikrodalgalar tarafından etkilenebilir ve kontrol edilebilir.

Son yıllarda beyin araştırmalarına milyarlarca dolar ve avro tutarında önemli bir yatırım yapılmıştır. Bu yatırım, büyük bir atılım olan beyin aktivite frekanslarının haritalanabilmesini sağlamıştır. Bu da insan algılarını, duygularını, düşüncelerini ve anılarını manipüle etmek için elektromanyetik radyasyon kullanma olasılığının önünü açıyor. Kaliforniya’da bilim insanları beynimizdeki sesli ve sessiz harfleri yorumlayarak düşüncelerin etkili bir şekilde yazılmasını ve yazıya dökülmesini sağlayan bir cihaz geliştirdi. Araştırmacılara göre bu cihaz en az %90 doğruluk oranına sahip. 2017 yılında ise bilim insanları bu teknolojinin yakın gelecekte akıllı telefonlara entegre edilebileceğine iyice inanmaya başladılar.

Bu da akıllı telefonların yakında düşünceleri kelimelere çevirme yeteneğine sahip olacağı ve insanların beyinlerini doğrudan cep telefonu sistemine ve internete bağlayacağı anlamına da geliyor gibi görünüyor.

Bilim insanları, sesli ve sessiz harflerle ilişkili beyin frekansları bilgisini kullanarak düşünceleri insanların beyinlerine aktarma potansiyeline sahipler. 2007 yılında Washington Post, 2002 yılında Hava Kuvvetleri Araştırma Laboratuarı tarafından patenti alınan bir teknolojiyi tartışan bir makale yayınladı.

Bu makale de yeni teknoloji, kelimeleri doğrudan bir kişinin kafasına göndermek için mikrodalgaların kullanılmasını içeriyordu. Makale, patentin Ekim 1994’te Hava Kuvvetleri laboratuvarında yapılan insan deneylerine dayandığını ortaya koydu. Bu deneyler sırasında bilim adamları, anlaşılabilirlik sınırlı olsa da, insan deneklerin kafalarına cümleler iletebilmişlerdir. Araştırma en azından 2002 yılına kadar devam etmiş gibi görünmekte. Ancak mevcut durumu hakkında bilgiler belirsizdir. Araştırma laboratuvarı, sınıflandırmayı gerekçe göstererek daha fazla ayrıntı vermeyi reddetmeye devam etmekte… (Kaynak: “Mind Games,” washingtonpost.com)

Ortaya çıkan bilgilerde var elbette…

İfadeler beyne iletilip ultrasona dönüştürüldüğünde, insanlar ultrasonu duyamadıkları için bunların farkında olmazlar. Ancak bu ifadeler yine de beyinlerine ulaşır ve düşünceleri haline gelir.

Bu makalede daha önce bahsedilen araştırma hedeflerine bu şekilde ulaşılmıştır. Bu konuda herhangi bir şüpheniz varsa, 2019’da ABD’deki bilim insanlarının farelere daha önce hiç koklamadıkları bir kokunun hafızasını başarıyla yerleştirdiklerini ve farelerin buna tepki verdiğini düşünün. Dahası, Ağustos 2020’de ABD’deki Columbia Üniversitesi’nde bilim insanı olan Rafael Yuste, New York Times’a; “manipülasyon doğrudan beyinde gerçekleştiğinde… manipüle edildiğinizi anlayamazsınız” demişti…

Bu tür beyin araştırmaları 1930’larda Rusya’da başladı.

27 Ağustos 1991’de SSCB Bağımsız Bilim Adamları Birliği Başkan Yardımcısı Victor Sedletski, Rus gazetesi “Komsomolskaya Pravda “ya şöyle bir açıklama yapmıştı…
“Bir uzman ve yasal otorite olarak, Kiev’de psikotronik biyojeneratörlerin seri üretimine başlandığını teyit ediyorum ki bu önemli bir gelişmedir. Darbe sırasında kullanıldıklarını doğrulayamasam da, benim için işin içinde oldukları çok açık. Psikotronik biyojeneratörler tam olarak nedir? İnsan vücudunda “güdümlü kontrol” etkisi yaratan elektronik cihazlardır. Zombi Projesi’nin yazarları Kiev’de makalenin elektronik bir kopyasını keşfettiler”

1992 yılında Rusya Bağımsız Dış Politika Enstitüsü haftalık “Stolitsa” dergisinde “MC-Ultra Programı” başlıklı bir makale yayınladı. Makale, başlangıçta bahsedilen CIA’in 1960’lardaki zihin kontrol programından esinlenmiştir. Victor Sedletski makalesinde 1982 yılında SSCB’nin yeni bir radar sistemi geliştirmeye başladığını açıkladı. Bu sistem Dünya üzerindeki herhangi bir yeri kontrol etme ve potansiyel olarak zihin kontrolü için bir “psikotronik alan” yaratma yeteneğine sahipti. Sedletski hangi projeden bahsettiğini açıkça belirtmemiş olsa da, “Sura” sisteminden bahsediyor olması muhtemel görünüyor. Sura sistemi 1981 yılında Rusya’nın merkezindeki Nizhny Novgorod şehri yakınlarında inşa edilmiştir. Rusya Savunma Bakanlığı tarafından finanse edilmiş ve daha sonra Radyofizik Araştırma Enstitüsü’nün kontrolü altına girmiştir.

Sura radar sistemi iyonosferde farklı elektrik akımları yaratmak için elektromanyetik dalgalar kullanır. Bu akımlar daha sonra Dünya’nın geniş alanlarını kapsayabilen darbe frekanslarında elektromanyetik dalgalar üretir. Bu darbe frekansları insan beyin aktivitesiyle eşleşirse, iyonosferik akımlar tarafından üretilen elektromanyetik frekanslar potansiyel olarak tüm popülasyonların beyin fonksiyonlarını etkileyebilir.

1994 yılında ABD ise, HAARP (Yüksek Frekanslı Aktif Auroral Araştırma Programı) adı verilen ve daha da yüksek seviyelerde enerji üreten benzer bir sistem inşa etmeye başlamıştır. Eski Alaska Senatörü Nick Begich’in oğlu ve gazeteci Jeane Manning tarafından “Angels Don’t Play this HAARP” başlıklı bir kitap yazılmıştır. Kitap HAARP sisteminin yapımını ve olası askeri kullanımlarını incelemektedir.

Avrupa ise genellikle ABD politikalarına karşı çıkmamaya alışkın olmasına rağmen, bu özel durumda endişeye kapıldı ve Nick Begich’i HAARP sistemi hakkında Avrupa Parlamentosu önünde ifade vermeye davet etti. İfadesinin bir sonucu olarak Avrupa Parlamentosu 28 Ocak 1999 tarihinde Çevre, Güvenlik ve Dış İlişkiler konusunda A4-0005/1999 sayılı kararı kabul etti.

Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği’ni yeni “öldürücü olmayan” silah teknolojilerinin ve yeni silah stratejilerinin geliştirilmesinin uluslararası sözleşmelerle düzenlenmesini sağlamaya çağıran bir kararı kabul etti.

Parlamento, önemli çevresel etkileri nedeniyle HAARP’ın küresel etkisine ilişkin endişelerini dile getirdi. Daha fazla araştırma ve test yapılmadan önce HAARP’ın yasal, çevresel ve etik sonuçlarının bağımsız bir uluslararası organ tarafından değerlendirilmesi çağrısında bulunmuştur. Parlamento ayrıca, ABD hükümetinin Alaska’daki HAARP programıyla ilişkili çevresel ve kamusal riskler konusunda kamuya açık oturumda veya müteakip toplantılarda ifade vermek üzere bir temsilci göndermeyi tekrar tekrar reddetmesinden duyduğu hayal kırıklığını dile getirdi.

Son olarak Parlamento, insanları manipüle edebilen silahların geliştirilmesini ve kullanılmasını yasaklayan uluslararası bir anlaşma yapılması çağrısında bulundu.

Şubat 2000’de Rus gazetesi Segodnya “Psikotronik Kıyametin Atlıları” başlıklı bir makale yayınladı. Makale öncelikle “psikotronik” silahları tartışıyor ve Rusların HAARP sisteminin nüfuslarının beyin faaliyetlerini kontrol etmek için potansiyel kullanımının farkında olduklarını öne sürüyordu. Makaleye göre, potansiyel düşmanımızın “psikotronik” veya “psişik” silahların dikkate alınması gereken gerçek bir olgu olduğuna inanmak için nedenler sunduğunu kabul etmek önemliydi. Makalede ayrıca Los Alamos’ta geliştirilmekte olan ölümcül olmayan silahın, Rus askeri sınıflandırmasına göre, “bilgi savaşı” olarak bilinen şeyle yakından ilgili olduğu belirtiliyordu. Bu silah sadece düşman askerlerini değil, bir ülkenin tüm nüfusunu etkileme yeteneğine sahipti.

Segodnya makalesi Rusya’nın FAPSI bulgularına hem ülke içinde hem de uluslararası alanda verdiği tepkiyi ele alıyor. 1997 yılında Devlet Duması ve Bağımsız Devletler Birliği Parlamentolar Arası Asamblesi Birleşmiş Milletler, AGİT ve Avrupa Konseyi’ne başvurarak enformasyon savaşını yasaklayacak ve enformasyon silahlarının yayılmasını sınırlayacak uluslararası bir sözleşme önerisinde bulunmuştu. Makalede Rusya’nın girişiminin ilgi gördüğü ve Mart 1998’de BM Genel Sekreteri Kofi Annan ile yapılan bir toplantıda ele alındığı belirtilmektedir. Rusya ayrıca konuyu BM Genel Kurulu’nun gündemine de getirmiştir. Ancak bu çabalar, uluslararası konvansiyona katılmak istemeyen ABD ve NATO müttefikleri tarafından engellendi.

Sonrasında Rus hükümeti tehdide karşılık verdi ve bilgi savaşını potansiyel dış saldırılara karşı temel bir savunma önceliği olarak belirledi. Segodnya gazetesine göre, bu gizemli enformasyonel-psikolojik etki yöntemleri sadece kişinin sağlığına zarar vermekle kalmıyor, aynı zamanda bilinçsiz irade özgürlüğünü kısıtlıyor, siyasi ve kültürel özdeşleşmeyi engelliyor, sosyal bilinci manipüle ediyor ve hatta Rusya Federasyonu’nun birleşik enformasyonel ve manevi alanını ortadan kaldırıyor.

2019 yılında ise China Morning Post, Çin’in Sura olarak bilinen Rus sistemi üzerinde testler gerçekleştirdiğini duyurmuştu. Testler, HAARP olarak bilinen Amerikan sisteminin Sura’dan dört kat daha fazla enerji üretebildiğini ortaya koydu. Sonuç olarak Çin, kendi gelişmiş radar sistemini inşa etmeye başladı. Bu radar sistemi potansiyel askeri uygulamalara sahiptir ve potansiyel olarak tüm Güney Çin Denizi üzerindeki iyonosferi manipüle edebilir. Makalede ayrıca bazı eleştirmenlerin bu sistemlerin insan beyin aktivitesini etkileyebileceğine inandıklarından da bahsediliyor.

Eğer dünyanın süper güçleri insanların düşünce özgürlüğünü korumakla gerçekten ilgileniyor olsalardı, insan sinir sistemini ve beyin faaliyetlerini uzaktan kontrol edebilecek herhangi bir sistemin geliştirilmesini ve kullanılmasını yasaklayan uluslararası bir anlaşma yapmaları gerekirdi. Böyle bir anlaşmanın uygulanabilir olması için, küresel askeri hakimiyet için rekabeti bırakmayı da kabul etmeleri gerekecek…

Rusya, ABD kendi sınırları yakınında askeri üsler inşa etmeye devam ettiği sürece önerilen anlaşmayı kabul edemez. Benzer şekilde Çin de ABD donanmasının Güney Çin Denizi’ndeki varlığından endişe duymaktadır. Rusya ve Çin deki bir kesim ise bu askeri baskısını ülkelerindeki demokrasi eksikliğinin bir gerekçesi olarak görmeye devam etmeleri ise hayli ilginçtir.

Amerikan HAARP sistemine benzeyen Rus Sura radar sistemi ve muhtemelen gelecekteki bir Çin sistemi, büyük nüfuslara zarar verme potansiyeline sahiptir. Ancak bu tür yıkıcı önlemlere başvurmak gerekmeyebilir. Bu bölgelerdeki insanların zihinlerini kontrol altına almak yeterli olacaktır.

İstenilen bu sonuca ulaşmak için beyin frekans darbelerini hücresel ağın iletimlerine entegre etmek mümkün olabilir. ABD Savunma Bakanlığı kısa bir süre önce beşinci nesil hücresel teknolojinin askeri kullanımlarını araştırmak üzere bir konferansta müttefiklerini HUAWEI teknolojisini kullanmamaları konusunda uyarması ve her alanda engellemeye çalışması ise tesadüf değildir.

Süper güçler bu teknolojinin çeşitli uygulamaları konusunda net bir anlayışa sahipler. Altıncı nesil (6G) cep telefonu sistemleriyle, insan beyni ile İnternet arasında bir bağlantı kurulması planlanmaktadır. Oysa şu anda her yerde mantar gibi çoğalan 5G (Beşinci nesil) sinyallerin yaygın varlığı şimdiden endişe kaynağı olmalıdır.

Ekim 2018’de ABD askeri araştırma ajansı DARPA’da görevli bir bilim insanı olan James Giordano, öğrencilere verdiği bir konferansta ajansının aerosolize edilebilen bir nanomateryal geliştirdiğini açıkladı. Bu malzeme solunduğunda insan beynine nüfuz edebilir ve beyni darbeli mikrodalgalarla manipülasyona daha duyarlı hale getirebilir. Bu tür bir teknoloji olasılığı daha önce Huffington Post’un Ekim 2017 tarihli bir makalesinde tartışılmış ve bilim insanları bu teknolojinin 2 ila 5 yıl içinde üretilebileceğini öngörmüştü. Bu aerosolin havadan uçaklarla gizlice püskürtüldüğünü düşünün şimdi. Ne kadar korkunç değil mi?

Eğer dünyadaki politikacılar ve yöneticiler güç arzularını kontrol edemezlerse, yeni bir elektronik teknokratik totalitarizm yönetimsel biçimi ortaya çıkabilir. Bu gücün ortadan kaldırılması ya da devrilmesi zor olacaktır. Belki de insanlar kısa bir zaman sonra bunu düşünemeyebilir bile.

1994 yılında ABD Kara Harp Akademisi Stratejik Araştırmalar Enstitüsü “Askeri İşlerde Devrim ve Savaştan Kısa Süreli Çatışma” başlıklı bir çalışma yayınlamıştı. Bu çalışma, dünya çapındaki isyanların destekçilerini belirlemek ve kategorize etmek için teknolojinin potansiyel kullanımının araştırılması üzerine idi. Her kategori için psikolojik kampanyalar oluşturmak ve özelleştirmek için gelişmiş bilgisayarlı kişilik simülasyonları kullanıldı.

30 Eylül 2021’de ise Şili Senatosu, Şili vatandaşlarına kişisel kimlik, özgür irade ve zihinsel mahremiyet hakkı tanıyan bir yasayı kabul etti. Senatör Giulio Girardi bu yasayı, insan varlığının “son sınırı” olarak adlandırdığı insan ruhunu korumanın bir yolu olarak tanımladı. Buna ek olarak, bu yasayı başlatan Şilili bilim adamı Rafael Yuste, Birleşmiş Milletler toplantısında İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne beş “nöro-hakkın” dahil edilmesini savunmuştur. Bunlar olumlu gelişmelerdir.

Ancak ne yazık ki, dünyanın dört bir yanındaki büyük medya kuruluşları bu önemli olayları haberleştirmedi. Bu da hükümetlerin sahip olduğu teknolojilerin gizli kaldığı anlamına geliyor.

Sonuç olarak, halk bir araya gelip ” kişisel kimlik, özgür irade ve zihinsel mahremiyet hakkı” talep etmediği sürece hükümetlerin bu teknolojilerin bireyler üzerinde kullanımını yasaklamaya gerçekten istemeyebilirler.
***

Yerde ve gökte hiçbir şey gizli değildir. Ancak insanlar ise uyanık olduğu ve mücadele etmek için kollektif olarak bir araya müddetçe Ademin nesline düşman olan şeytanın ve işbirlikçilerinin planları zayıftır ve kolaylıkla da bertaraf edilebilir. Çünkü Allah’ın vaadi vardır. Merak ettiğiniz, okuduğunuz ve uyanık kalmak istediğiniz için teşekkürler…

Bu makalede Mojmir Babacek’ın anlatılarından faydalanılmıştır…