İklim değişikliğine ilişkin medya söylemindeki değişim, fosil yakıt endüstrisi tarafından sömürülebilecek, kirliliği gizlemelerine ve çevreye zarar veren zararlı enerji politikalarını desteklemelerine olanak tanıyan yeni pazarların ortaya çıkmasının bir sonucudur.
Analistler ABD başkanının kirletici kaynaklardan karbondioksit (CO2) yakalamaya yönelik federal sübvansiyonları artırarak ve vergi kredisi alma sürecini kolaylaştırarak karbon yakalama endüstrisine büyük fayda sağlayacağına inanıyor. Nihayetinde bu, petrol şirketleri için desteğin artmasına yol açacaktır.
Fosil yakıt endüstrisi, gelişmekte olan CO2 yakalama teknolojisini bir gelir fırsatı olarak görmektedir. Amaçları havadan CO2 çıkarmak, toplamak ve yeraltında depolamaktır. Ancak bilim insanları, erken aşamalarda işleme ve filtreleme yöntemlerini geliştirerek daha temiz ve daha uygun maliyetli bir çözüm elde edilebileceğini öne sürüyor.
Sözde insan kaynaklı iklim değişikliği konusundaki bilimsel ve siyasi tartışmalar, her iki tarafın da diğerini iklim “inkarcısı” ya da “alarmcısı” olarak etiketlemesiyle yoğunlaştı. Tüm bilim insanları küresel iklim değişikliğinin meydana geldiği konusunda hemfikir olsa da, asıl tartışma konusu bunun nedenidir. Alarmistler bunu “insan yapımı” CO2 emisyonlarına bağlarken, “inkarcılar” güneş lekesi aktivitesi, kozmik ışınlar ve bunun sonucunda oluşan bulut oluşumları gibi güneş sistemimizdeki doğal olaylara bağlamaktadır. Tartışmanın siyasi bir yönü de vardır. İklim değişikliği inkârcıları fosil yakıt endüstrisinden ödeme almakla eleştirilmektedir, ancak bu durum kapsamlı bilimsel araştırmaları ve iyi belgelenmiş bulguları itibarsızlaştırmamaktadır.
Fosil yakıt endüstrisi üreticileri vergi indirimleri peşinde koşmaktadırlar. Fizikçi ve silah uzmanları, iklim değişikliğinin öncelikle değişen güneş modellerinden ve kozmik ışın akısından etkilendiğini tespit etmiştir. Hatta Dünya’nın yakında bir soğuma dönemi yaşayabileceğini ve bunu 20 ila 30 yıl içinde daha önemli bir ısınma döneminin izleyebileceğini öne sürmektedirler.
CO2 emisyonlarına ilişkin kaygılar karbon vergisi politikalarının uygulanmasına neden olmaktadır. Ancak bu politikalar, nadir toprak mineralleri için açık ocak ve şerit madenciliği ve piller için lityum elde etmek amacıyla rejim değişikliği darbeleri gibi çevresel zararları istemeden de olsa teşvik edebilir. Atmosfer fizikçileri, Birleşmiş Milletler’in Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ni (IPCC) eleştirmiş ve iklim alarmcılarının öne sürdüğü söylemlere karşı çıkmıştır.
Binden fazla uluslararası bilim insanı “insan kaynaklı küresel ısınma” fikrine katılmıyor. İklim biliminin daha az politize edilmesi ve iklim politikasının daha fazla kanıta dayalı olması gerektiğini öne sürüyorlar. Bu bilim insanları, Dünya’nın ikliminin soğuk ve sıcak dönemlerle birlikte zaman içinde doğal olarak dalgalandığını savunuyor. Ayrıca iklim modellerindeki kusurlara işaret ediyor ve bunların küresel politika araçları olarak etkinliğini sorguluyorlar.
Güneşin iklimdeki en önemli faktör olduğuna ve küresel iklim değişikliğinin güneş aktivitesinden ve Dünya’nın yörüngesindeki değişimlerden etkilendiğine inanıyorlar. Ayrıca atmosferdeki CO2 seviyesinin uzun vadeli sıcaklık değişimlerinin tetikleyicisi olmaktan ziyade bir sonucu olduğunu ve iklim değişimlerini yaklaşık 500-800 yıl takip ettiğini iddia etmektedir. Bununla birlikte, insan faaliyetlerinin yerel bir etkiye sahip olma potansiyelini de kabul etmektedirler.
Hatta bazı uzmanlar politikacıları ve küresel elitleri “gezegeni kurtarma” etkinliklerindeki büyük karbon ayak izleri nedeniyle eleştirmektedirler. Bu da daha az varlıklı olanlar üzerinde daha büyük bir etkiye sahip olmakta. Ayrıca, bilimsel fikir birliğinin her zaman gerçeğe eşit olmadığını, çünkü fikir birliğinin siyasi açıdan uygun bakış açılarını destekleyen seçici hibe tahsisinden etkilenebileceğini iddia ediyor.
Çevre hareketi, halkın kaygılarının artmasına ve sanayisizleşme ve nüfus azalmasının başlıca nedeni olarak dünyadaki sekiz milyar insanın karbon ayak izine güçlü bir vurgu yapılmasına yol açacak şekilde küresel şeytanlar tarafından ele geçirilmiştir. 1974’te Başkan Richard Nixon’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak görev yapan Henry Kissinger, Ulusal Güvenlik Çalışması Memorandumu 200’de (NSSM 200) aşırı nüfusu ABD’nin ulusal güvenliğiyle ilişkilendirmişti. Bu belge daha sonra Kissinger’ın Dışişleri Bakanlığı görevini üstlenmesinin ardından Washington’un nüfus kontrolu konularındaki gizli politikası haline geldi.
Yerel iklim değişikliğini ve çevrenin korunması ihtiyacını etkileyen alternatif faktörler arasında aerosol püskürtme, yangınlar ve Brezilya ve Endonezya’nın tropikal yağmur ormanları gibi çeşitli bölgelerde büyük ölçekli monokültür tarımın kullanılması yer almaktadır.
Küresel şeytanlara rağmen çevrenin korunması, toksik kirliliğin önlenmesi ve canlı türlerin korunması için doğal yaşam alanlarının korunması yoluyla temiz su, hava ve toprağın muhafaza edilmesi bundan sonra çok daha kritik önem taşımaktadır. Ayrıca karbon vergisinin gelişmekte olan ülkelerin sömürülmesine yol açacaktır.
Eğer muhafaza edemezsek, Küresel Şeytanların insanlık aleyhine kullanabileceği silah haline dönüşeceğini şimdiden bilmekte fayda vardır.
***
Şunu asla unutmamalıyız;
Küresel Şeytanların insanları köleleştirme amacıyla hiçbir taşın altını boş bırakmamacasına gizli planlarına rağmen yerde ve gökte hiçbir şey gizli değildir. Ancak insanlar, uyanık olduğu ve mücadele etmek için kollektif olarak bir araya geldiği ve çalıştığı müddetçe Adem’in nesline düşman olan Şeytanın ve Küresel İşbirlikçi yavru şeytanlarının planları zayıftır ve kolaylıkla da bertaraf edilebilir. Çünkü Allah’ın çalıştığımızın karşılığını vereceği yönünde kesin vaadi vardır.
Merak ettiğiniz, okuduğunuz ve bir küresel planlarının daha ifşasını fark ettiğiniz için teşekkürler…
Guwuste.Com
Kalk ve uyar! Kötülüğe de dur de !!
(Get up and wake up! Stop the evil!)
