Özellikle medyada yaygın olan bir inanış, birden fazla aşının savunmasız bireyleri koruyacağı ve mikropları başkalarına yayma şanslarını azaltacağı yönündedir. Ancak, aşılamanın aşılanmış bireylerin vücutlarından bakteri veya virüsleri nasıl yok ettiğini kanıtlayan bir çalışma hiçbir zaman yapılmamıştır.
Bize sık sık sadece aşılanmamış kişilerin mikrop yayabileceği söylenir. Ancak bu doğru değildir. Çünkü aşılanmış bireyler de bakteri ve virüs bulaştırabilir. Aşılanmış olsalar bile bu mikroorganizmaları taşıyabilir ve yayabilirler. Ayrıca, aşılar yalnızca belirli türlere karşı bağışıklık sağladığından, yetişkinler de aşı olurken enjekte edilen zayıf bakteri ve zayıf virüsleri taşıyabilirler.
Genellikle aşılamanın bakteri ve virüslerin gezegenden tamamen yok edilmesine yol açtığı iddia edilir. Bu da doğru değildir. Bu mikroorganizmalar yok olmak yerine davranışlarını değiştirir ve hatta mutasyona uğrayabilir. Kızamık virüsünün bir zamanlar mutasyona uğramadığı düşünülüyordu, ancak son kanıtlar aksini gösteriyor. Aşılanmış bireyler bile artık virüsü taşıyabilir ve bulaştırabilir, bu da potansiyel olarak hastalığa neden olabilir.
Aşıların genel olarak güvenli olduğu düşünülse de, kronik hastalık, beyin hasarı, nörogelişimsel bozukluklar ve kanserde artışla karakterize küresel bir halk sağlığı krizi söz konusudur. Aşı çalışmalarında kullanılan bazı kimyasalların deneysel hayvanlarda beyin iltihabına neden olduğu bilinmektedir. Bunun bilinmesine rağmen, çocukların çoğuna aşı yapılmasına hala öncelik verilmektedir.
Aşılarda kullanılan alüminyum, çevrede bulunan alüminyumdan farklı olan ve nanopartiküller olarak bilinen özel bir türdür. Bu nanopartiküller, beyne girmelerine izin verebilecek biyokimyasal özelliklere sahiptir.
Bununla birlikte, bu nanopartiküllerin kan-beyin bariyerini gerçekten geçip geçmediği belirsizliğini korumaktadır. Her ne kadar insanlarda bu konuda özel bir çalışma yapılmamış olsa da, çocuklara verilen aşılarda bulunan benzer kimyasallar kullanılarak hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalar, aşı bileşenlerinin gerçekten de beyne ulaşabildiğini göstermiştir.
Avrupalı bilim insanları alüminyum nanopartiküller üzerinde çalışmalar yürütmüş ve bu partiküllerin beyinde uzun süreler boyunca, muhtemelen yıllar hatta on yıllar boyunca kalabildiğini tespit etmiştir. Bu çalışmaların sonuçlarını detaylandıran raporlar mevcuttur. Sonuç olarak, yetişkinlerde Alzheimer hastalığı gibi nörogelişimsel bozuklukların arttığına dair endişeler giderek artmaktadır. Kayda değer bir gözlem ise Alzheimer hastalığı olmayan bireylerin beyinlerinde alüminyum nanopartiküllerin bulunmasıdır ve bu durum bazı aşıların uygulanmasıyla doğrudan ilişkilendirilmiştir.
Aşılardan kaynaklanan alüminyumun beyne ulaşıp ulaşmadığını belirlemek için çalışmalar yapılıp yapılmadığı belirsizliğini korumaktadır. Alüminyumun beyindeki varlığını ve orada kalması halinde potansiyel etkilerini değerlendirmek için ölçümler yapılıp yapılmadığı da belirsizdir.
Bununla birlikte, aşıların vücutta iltihaplanmaya neden olabileceği artık bilinmektedir. Aşıların neden olduğu akut enflamasyon göz önüne alındığında, doktorların neden çocuklarımızın yarısından fazlasında kronik enflamatuar durumların devam etmesinin nedenlerini araştırmadıklarını sormak gerekir. Bu yeni bir keşiftir ve altında yatan gerçekleri anlamak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.
Günümüzde her 5 çocuktan 1’inde nörogelişimsel bozukluklar, her 10 çocuktan 1’inde ADD ve ADHD, her 35 çocuktan 1’inde otizm, her 11 çocuktan 1’inde astım ve her 5 yaş altı 20 çocuktan 1’inde nöbet görülmektedir.
Buna ek olarak, otoimmün hastalıklar artmakta ve son kanıtlar virüs, bakteri ve aşı adjuvanlarının enjeksiyonunun moleküler taklit olarak bilinen bir fenomene yol açabileceğini göstermektedir.
Uzmanlara göre, vücut virüslerle karşılaştığında onları yabancı olarak tanıyor. Ancak bazı durumlarda vücut bu virüslerin belirli kısımlarını kendi hücreleri sanabilir. Bu karışıklık, bağışıklık sisteminin kendisi ile reddetmesi gereken şeyi ayırt etmekte zorlanmasına ve potansiyel olarak otoimmün bir hastalığa yol açmasına neden olabilir. Uzmanlar bu olguyu Hepatit B, Gardasil ve grip aşısı gibi aşılarda gözlemlemişlerdir. Bu bulguya rağmen, bu aşıların kapsamlı bir şekilde araştırıldığını ve güvenli olduğu iddia edilmekte olsa da artan bir şüphe her zaman vardır.
Ana akım tıp camiasının dışındaki araştırmacılar tarafından yürütülen çeşitli çalışmalar, vücuda giren nanopartiküllerin etkilerini incelemiştir. Bu çalışmalar nanopartiküllerin sadece beyne girmekle kalmadığını, aynı zamanda uzun süre orada kaldığını göstermiştir.
Buna ek olarak, çalışmalar otizmli ve otizmli olmayan bireylerin beyinlerindeki alüminyum seviyelerini karşılaştırmıştır. Sonuçlar, otizmli bireylerin beyinlerinde nörogelişimsel engelleri olmayanlara kıyasla önemli ölçüde daha yüksek alüminyum seviyeleri olduğunu göstermektedir.
Uzmanlara göre alüminyum sadece aşılarda bulunmuyor. Bir aşı ne zaman alüminyum nanopartiküller içerse, ona her zaman polisorbat 80 eşlik eder. Polisorbat 80 alüminyuma sıkıca bağlandığında, beyne geçme potansiyeline sahiptir. Aşılarda bulunan bir diğer kimyasal ise vücuttaki hücre zarlarının sağlığını bozabilen 2-phenoxyethanol’dür. Alüminyum nanopartiküllerin mitokondriye zarar verdiği bilinmektedir ve kronik enflamatuar rahatsızlıkları olan kişilerde genellikle mitokondriyal hastalık görülür. Ayrıca alüminyum nanopartiküller, hücresel atıkların uzaklaştırılmasından sorumlu olan lizozomlara da zarar verebilir. Bu faktörler kronik enflamatuar durumların gelişme olasılığını artırır. Polisorbat 80 hücre zarlarından geçebilirken, 2-fenoksietanol hücre zarlarını bozabilir ve maddelerin girmemesi gereken yerlere girmesine izin verebilir.
Soluduğumuz, yuttuğumuz ve enjekte ettiğimiz maddeler arasında net bir ayrım vardır. Maddeleri soluduğumuzda veya yuttuğumuzda, bağışıklık sistemi onları vücuda girmeden önce potansiyel olarak ortadan kaldırabilir. Buna solunum yolu boyunca uzanan bağışıklık sistemi, çocuklarda 26 fitlik bağırsak boyunca uzanan bağışıklık sistemi ve karaciğer de dahildir. Ancak maddeler enjekte edildiğinde %100’ü vücuda girer.
Bu nedenle, birçok ebeveynin çocuklarının aşı olmadan önce gayet iyi olduğunu, ancak aşı olduktan sonra olumsuz etkiler yaşadıklarını iddia ettiklerini duyduğumuzda ve bu ebeveynlere doktorlar tarafından aşının suçlu olmadığı söylendiğinde inanmamalılar ve şunu sorgulamalılar. “Aşılarda kan-beyin bariyerini geçebilen, mitokondriyi bozan ve lizozomlara zarar veren bir şey olup olmadığını söyleyebilir misiniz? diye sorması yeterlidir. Çünkü bazı hekimlerin aşının verdiği hasar gerçeğini saklamayı ve çocuklarımızı araştırma deneylerinde denek olarak kullanmayı tercih etmeleri çok rahatsız edicidir.
Bu makalden anlaşılması gereken önemli gerçek şudur:
Bir aşı yaptırdığımızda, genellikle bunun bize zarar vermeyeceğine ve bağışıklık kazandıracağına inanırız. Ancak bu inançların hiçbiri tam olarak doğru değildir.
Başta ABD’de ve AB ülkelerinde olmak üzere 20 yılı aşkın süredir görev yapan deneyimli doktorlar, aynı toplumda aşılanmış ve aşılanmamış çocukların sağlık durumlarını karşılaştırdıklarında, aşılanmış grupta kronik iltihaplı hastalıkların daha yüksek oranda görüldüğünü itiraf etmişlerdir.
Türkiye’de bu konuda kesin bir bilgi olup olmadığı belirsizdir. Ancak, filtrelediği şüphelide olsa son veriler aşı hasarının daha önce düşünülenden daha yaygın olabileceğini düşündürmektedir.
***
Küresel Şeytanların insanları önce hasta edip sonrasında tedavi etme adı altında köleleştirme gizli planlarına rağmen yerde ve gökte hiçbir şey gizli değildir. Ancak insanlar ise uyanık olduğu ve mücadele etmek için kollektif olarak bir araya müddetçe Adem’in nesline düşman olan Şeytanın ve Küresel İşbirlikçi yavru şeytanların planları zayıftır ve kolaylıkla da bertaraf edilebilir. Çünkü Allah’ın vaadi vardır.
Merak ettiğiniz, okuduğunuz ve bir küresel planlarının daha ifşasını fark ettiğiniz için teşekkürler…