Çalışma, İsveç’te orduda görev yapmış 42 ila 59 yaş arasındaki 750 bin erkek ve askere alınan 3.000 kişinin zeka testi puanlarını incelendi. Araştırmacılar, geçmişte en yüksek puan alan gruptaki kişilerin COVID-19 aşısını ortalama 50 gün sonra %80 oranında aşı olduğunu, en düşük puan alan gruptakilerin ise 180 gün içinde aynı orana ulaştığını belirledi.

Bu bulgular, iyi bilgilendirilmiş kişilerin, mRNA ve DNA parçacıkları gibi bileşenlerin, katyonik lipitlerin ve ilaç tedavisinin (özellikle Pfizer’in) geçmiş suçları ve güvenilmezliği gibi nedenlerle COVID aşılarını reddetme sebeplerine sahip olduğunu gösteriyor. Bu bilgiler, aşıların önceki virüs aşılarının da hatalı olduğunu ve hastalıkların tedavi edilebileceği nedeniyle önlenmesi gereken nedenler olduğunu da belirtmektedir.

Pfizer’in lekeli bir kurumsal geçmişi var, ancak COVID-19 aşıları kurumsal itibarını engellemedi. Aşı başlangıçta cömertçe kullanıldı ve 2021’de 36,8 milyar dolarlık rekor kıran satışlar yaptı. Bununla birlikte, halk aşılarla ilgili sorunları gerçek dünya deneyimleri ve verileri aracılığıyla öğrendikçe, Pfizer’inki de dahil olmak üzere COVID-19 aşılarına olan talep İsveç ve diğer ülkelerde önemli ölçüde azaldı. Moderna’nın aşısı İsveç’te Ekim 2021’e kadar askıya alındı ve İsveç hükümeti diğer ülkelere 722.000 doz bağışladı.

Bir çok uzmana göre ise, orta derece ve daha altı zekaya sahip insanlar Kovid-19 aşılarını aldılar. Ancak aşırı zeki insanlar ise reddettiler. Bu durum, orta zekalı ve daha altı insanların kolaylıkla ikna edilebilme kapasitesi ve sonuçları nedeniyle politikaların daha fazla etki edebilmesine yol açtı. Son derece zeki insanların sayısı az olduğu için, onların ikna edici olan bir çok argümanları halka açık forumlarda ve sosyal medyada göz ardı ediliyor.

Testler zekayı mı yoksa uygunluğu mu ölçer?

İsveç’teki bir çalışmaya göre, başarılı bir sınav, sınava giren kişinin beklentilerini anlayabilen ve onaylayabilen bir yetkilinin yönetiminde gerçekleştirilebilir. Bu çalışma, sınavların zeka yerine sosyal beklentileri ölçme yeteneğine sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Araştırma, zeki olarak kabul edilen insanların karmaşık düşünce süreçlerini ve sosyal olarak kabul edilebilirlik hareketlerini dikkate alması gerektiğini göstermektedir. Medeni durum, ebeveynlik, eğitim, gelir ve yerel seçim gibi faktörler de incelenmektedir. Çalışmanın sonuçları, kurallara uymama çabalarının akademik başarıya katkı sağladığını göstermektedir. Ancak, uyum sağlama baskısı altında olan kişilerin bazı mesleklerde daha zorluklarla karşılaştığı belirtilmektedir.

Eleştirel düşünenler için tehlike hataları

Eğer bir illüzyonist etkisiz hale getirilebilirse, savaş makinesi durur. Bu, oyunun tamamen bozulduğunu gösterir. Hükümetler, pandemi sürecinde “aşı” üreten ve bundan kar elde eden şirketlere yasal dokunulmazlık vermiştir. Bir hükümet, bir aşının güvenli olduğuna gerçekten inanıyorsa ve insanlara bunu aşılamak istiyorsa, neden bunu yapmasın? Bir ürünün zararlı olduğuna karar veren bir zeki insan neden hiçbir yasal tazminat almadan bunu kullanır? Eğer “aşı” şüphecisi olanlar yanılıyorsa, kolayca bunun doğru olmadığı ve verilerin yanlış olduğu kanıtlanabilir. Ancak Tartışmanın bastırılması, akıllı bir insanda şüphe uyandırmalıdır. Bilginin önceden bastırılması, bastırılan bir şeyin ikna edici bir güce sahip olduğunu gösterir.

Sansürle uğraşanların, bilgilendirilmiş rıza ve yetkilerin özerklik beyanlarının inançlarına karşı ikiyüzlü bir şekilde hareket ettiklerini açıklamıştı. Çünkü insanlara hangi bilgilerin geçerli olduğu hangilerinin de geçersiz olup olmadığının belirlenmesi konusunda güvenilmiyordu. “Aşı” savunucuları, kapanmalar ve maskeleme gibi önlemler hakkında doğru bilgi verilmediği ve iddialarının da kanıtlamadığı belirtilmiştir. Halkın kendi kararlarını verme konusunda güvensizliğini ve resmi anlatıya uymayan herkesin karalama ve iptal edilme riskiyle karşılaşmışlardı.

“Bilimi” modellemek

Kitle iletişim oyunu olarak nitelendirilen alternatif sessiz savaşta, insanların düşmana karşı savaşma şansına sahip olabilmeleri için kalplerine korku salan, iradelerini zayıflatan ve onları birbirine düşüren faktörleri doğru anlamaları gerekmektedir. Büyük ölçüde bilgisayar modellemesiyle kışkırtılan bu modeller, rakamlar üreterek kamuoyunda gerçekle alakası olmayan kesinlik ve doğruluk yanılsaması oluşturulur. Ancak, geniş ve belirsiz aralıktaki girdi değişkenleriyle ve birden fazla düşük güvenirlik varsayımıyla modelin çıktısının doğru olmayacağı açıktır. Gerçeklik modellerin çıktılarıyla örtüşmediğinde ise dayandığı varsayımların yanlış olduğu kabul edilmelidir. Bu hatalı modeller, pandemi ve iklim değişikliği gibi felaketlerin tahmin edilmesinde kullanılırken gerçek bilimle karıştırılmamalıdır. Gerçek bilim, gerçek dünya gözlemlerine dayanır ve her zaman sorgulanabilir olmalıdır. Yaşadığımız Kovid paniğide büyük ölçüde bilgisayar modellemesiyle kışkırtılmıştır. Rakamlar üreterek kamuoyunda kesinlik ve doğruluk yanılsaması oluşturulmuştur.

Buna örnekler verelim;

Geçmişte, felaket tellallığı senaryoları oluşturmuştu.
2001-2002 yılında şap hastalığı ve deli dana hastalığından dolayı ölüm oranı sadece %2 oldu. Benzer şekilde, kuş gribinden ve domuz gribinden milyonlarca ölüm tahminleri de gerçekleşmedi. 2005 yılında öngörülen 200 milyon ölüm yerine sadece 282 kişi öldü. 2009 yılında da domuz gribinden beklenen milyonlarca ölüm yerine sadece 8240 kişi öldü. Bu tür hatalı modellemeler, COVID salgını için de yapıldı ve neredeyse dünya nüfusunun üçte birinin ölmesi öngörüldü.

Bilimsel inceleme yapan bilim insanları ise, tıpkı geçmişte olduğu gibi aynı başlangıç ??parametreleri verildiğinde aynı sonuçları üretmeye yönelik olduğu için tahmini modellemenin de başarısız olduğunu açıklamışlardır. Bilim insanları salgınları modellemeyi amaçlayan programlama algoritmasını haklı olarak eleştirseler de, sahte vaka sayılarına dayanan hatalı bilgisayar modelleri ile beklenen salgının farklı davranışları, ölüm oranı ve aşıların etkisi konusunda korku ve kafa karışıklığına meydan vermiştir.

Daha ilginci ise dünya nüfusunun azaltılmasını savunan Gates Vakfı’nın bu tür sahte modelleme yaparak korku yaratan kuruluşlara büyük miktarda bağış yapmış olmasıdır. Daha tuhafı ise Gates’in bağış yaptığı bu kuruluşlardan alıntı yapanların, bu sayıların nasıl üretildiğini sorgulamamış olmalarıdır.

Gelelim PCR Dolandırıcılığına;

Bazı teknolojiler korku aşılamak amacıyla kullanılabilir mi?
Neden olmasın!! İşte bir çok veri PCR’nin de korku aşılamak amacıyla kullanıldığına işaret ediyor. 

PCR testi, COVID-19 için testi olarak iddia edilmiş olsa da, gerçekte PCR testi sadece bir yedek tes olduğu ve yanlış pozitif sonuçlar üretme eğiliminde olduğu ortaya çıkmıştır. PCR olmayan virüsü varmış gibi “pozitif” yanıltıcı sonuç verebilir.

PCR, bulaşıcı durumunu teşhis etme konusunda kesin bir yöntem değildir ve hastalık durumu ile olan tutarlı bir bağlantı ise hala bulunmamıştır. Yanlış bir şekilde uygulanan bir PCR testinin, COVID-19’ün bilimsel olarak hiç var olmamış bir hasatlığın, bir illüzyonla varmış gibi gösteren sihirbaz sopasından başka bir şey değildir aslında. PCR test kiti için “virüs materyali olmadan, varmış gibi tespit etmek için tasarlanmış” diyenlerde var.

PCR testleri, bilimsel açıdan bir değere sahip olmadığı ve “pozitif” sonuçlarının geçersiz olduğu hala sorgulanmaktadır. Testin yaygın kullanımı ise küresel karantinalar ve ekonomik sosyal felaketlere yol açmıştır. Bu testin kullanımıyla gerçek dünyadan kopuk sahte bilime dayalı tıbbi bir zorbalık yaşanmış ve PCR testi ile COVID-19 salgını için üretilen vaka sayılarının astronomik rakamlara ulaşmıştır. PCR testleri, aslında genetik dizileri tespit etmek için tasarlanmış olsa da, varlığı hala kanıtlanamamış olan COVID-19 virüsü varmış gibi hatalı pozitif sonuçlar üretsin diye kullanılıyor.
İnsanların aklı başında olsaydı Covid-19’ın tespiti için PCR testine güvenmek yerine testin ayrıntılarına bakarlardı.

Peki öyleye doktorlar be yapmaktalar?

Çoğu bilim insanı ve doktor, teşhis ve tedavi çalışmalarını resmi sağlık verilerine dayandırarak yapar. Ancak bu verilerin doğruluğunu veya üretim süreçlerini nedense sorgulamaz. Pandemilerde verilere dayanır, ancak bu verileri üreten süreçler çok hızlı işletildiği için uzmanlar tarafından doğru anlaşılamaz veya sorgulanamaz. Kovid aşılarının güvenli ve etkili olduğunu savunanlar ise bu iddialarını destekleyen sözde uluslararası sağlık kuruluşlarına otoriteleri “güvenme” çağrıları ötesinde aşıların güvenlik ve etkinlik iddiaları için kanıtları asla olmamıştır. Genelde günümüzdeki bir çok tıp uzmanı bu anlayıştadır.

Siyasilerin halkı aşı olmaya zorlamak için mobbing yöntemlerini kullanması ise dürüstlük, ahlak eksikliği ve doğrulukla ilgili endişeleri beraberinde getiriyor. Son veriler siyasilerin pandemi sürecinde yaptıkları iddialarının aksi çıkmasına rağmen özür dilemediler. Bu durum siyasilerin güvenilirliklerine büyük ölçüde zarar vermiş ve iyi niyetlerine olan inancı da derinden sarsmıştır.

Nefret Toplumu Oluşturuldu

Yeni savaş araçlarının kontrolünü ele geçirenlerin, bir ulusun vatandaşları ile meşru çıkar çatışmalarını ortadan kaldırmak amacıyla ahlaktan tamamen kaçıp ve kültürün yok edilmesine yol açmış olabilir. Bu durum sonucunda “aşılanmışlar” ve “aşılanmamışlar” şeklinde bölünmüş bir toplum oluşturuldu. Aşılanmışların çoğu ise aşılanmamışların temel özgürlüklerin kısıtlandığını görmekten mutlu olduğu ve bu durumu kendileri ayrıcalık olarak kabul etmek gibi garip bir ortam oluşturdu.

Covid Aşıların Yan Etkileri

Araştırmalar, COVID-19 aşılarının hayat kurtarmadığını aksine ölümleri artırdığını ve üçüncü ve dördüncü takviye dozlarının tüm nedenlere bağlı ölümlerde benzeri görülmemiş yüksek zirvelere neden olduğunu gösteriyor. Aşıların neden olduğu ölüm riski, klinik araştırmalardan elde edilen verilere göre 1.000 kat daha fazla. Araştırmacılar, her ülkede COVID-19 aşılarının uygulanmasıyla birlikte tüm nedenlere bağlı ölümlerin arttığı sonucuna vardılar ve bu ilişkiler sistemli ve çok sayıda oldu. Tek bir örnekte bile aşıların tüm nedenlere bağlı ölüm oranını iyileştirdiğini gösteren bir bulgu bulunamadı.

Sızan FDA-Pfizer raporu, ciddi olumsuz olayların yüksek oranda ve çoklu organ sistemlerini etkilediğini göstermektedir. Bu olaylar genellikle nörolojik, kalp damar ve üreme sistemlerini etkilemektedir. Son araştırmalar, COVID-19 aşısı olan kişilerin yarısından çoğunun bir yıl sonra sağlık komplikasyonları yaşadığını ve bu komplikasyonların uzun süreli olduğunu göstermiştir. İlginç bir şekilde, hastalıkları kötüleşen kişiler yüksek antikor çıkması aşının yan etkisi için kanıt olarak gösterimektedir.

COVID-19 aşılarına “pıhtı aşısı” adının verilmesinin sebebi, aşılamadan kısa bir süre sonra kan pıhtılaşma sorunlarıyla ilgili çalışmalar ve vaka raporlarının yayınlanmasıydı. Sağlık yetkilileri COVID-19 aşıları ile kan pıhtılaşması arasında bir bağlantı olduğunu kabul etseler de bu durumun yaygın olmadığı ancak kan pıhtılarının nadir görülen bir tipi olduğunu ifade ederek geçiştirmeye çalıştılar.

Bilim adamları, Haziran 2021’de yayınlanan makalelerde, COVID-19 aşılarıyla ilişkilendirilen (VITT) yeni bir sendrom tespiti yaptılar. Bu sendrom önceki aşılarda görülmeyen bir kan pıhtısı türü olduğunu açıkladılar. Bu konuda daha fazla araştırma yapılması gerektiğini vurgulayarak, kan pıhtılarının nadir olduğunu söyleyerek endişelerini dile getirdiler.

Birçok çalışma, COVID-19 aşılarının nörolojik komplikasyonlarla ilişkili olduğunu göstermektedir. Bir araştırmaya göre, COVID-19 aşısı olan kişilerin yaklaşık üçte biri nörolojik sorunlar yaşamaktadır. Bu komplikasyonlar arasında titreme, uykusuzluk ve kas spazmları yer almaktadır. Bir araştırma, aşılama sonrası en ciddi nörolojik sorunun serebral venöz sinüs trombozu (CVST) olduğunu belirtmektedir. Bu bulgulara rağmen, COVID-19 aşılarını tavsiye eden ve güvenlik konusunda uyarı yapmayan nöroloji otoriterelerinin tutumu endişe vericidir.

CVST, beyin venöz sinüslerinde kan pıhtısı oluştuğunda ortaya çıkan bir durumdur. Bu durum kanın beyinden dışarı çıkmasını engeller ve sonunda beyin dokularına sızması ve kanama oluşmasına neden olur. CVST’nin genellikle adenovektör aşısı alan doğurganlık çağındaki kadınlarda sıkça görüldüğü belirlenmiştir. Ayrıca, mRNA aşısı olan kişilerde yüz kaslarının zayıfladığı veya felç olduğu hatta bel felci vakaları bildirilmiştir. Kasım 2022’deki bir araştırma ciddi nörolojik advers olayların beklenenden daha fazla meydana geldiğini göstermiştir.

Aşılar lipid nanopartiküllerle birlikte zararlı Spike proteinini kodlayan genetik materyal içerir. Bu nedenle, her hasta sinir sistemiyle zararlı aşı parçacıkları arasındaki bir etkileşim riskiyle karşı karşıyadır. Bununla birlikte resmi aşı destekçileri için bu şok edici kanıtlar nedense önemli değildir. Hatta öyle ki bir çok sağlıkçı COVID-19 aşısını zorunlu kılma önerisinde bulunmuş ve 12 yaş altındaki çocuklara aşılarının yapılması önerisinin desteklemişlerdi.

Bir rapora göre, Ulusal Tıp Kütüphanesi’nde yayınlanan bir rapor, sporcular arasında artan kalp durması problemine dikkat çekmektedir. Ocak 2021’den bu yana 1.598 sporcu kalp krizi geçirdi ve bunların 1.101’i ölümcül sonuçlarla sonuçlandı. Bu, 35 yaşın altındaki sporcular arasında ölüm oranının, 38 yıllık bir döneme kıyasla daha yüksek olduğunu göstermektedir. Ayrıca, 13 ila 18 yaşları arasında iki doz Pfizer aşısı alan 301 genç üzerinde yapılan bir araştırma, katılımcıların yaklaşık yüzde 29.24’ünün kardiyovasküler komplikasyonlar yaşadığını ve yaklaşık yüzde 2.33’ünün ise miyoperikardit geçirdiğini bulmuştur.

Büyük bir popülasyon çalışmasında, aşılanmamış kişilerde miyokardit veya perikardit insidansında önemli bir artış tespit edilmemiştir. Bununla birlikte, COVID-19 aşısı sonrası kol ağrısı bildiren kişilerde kalp kaslarında aynı anda iltihaplanma keşfedilmiştir. İtalya’da yapılan bir çalışma miyokarditli sporcuların %65.4’ünün aşı sonrası kol ağrısı bildirdiğini göstermiştir. Başka bir çalışmada ise, aşılanan kişilerin %81.3’ü ilk doz sonrası enjeksiyon bölgesinde ağrı yaşadığını bildirmiştir. Bu verilere dayanarak COVID aşılarının kalp sağlığı için olumsuz etkileri olduğu görüşüne varılmış ve aşıların tamamen piyasadan çekilmesi gerektiği savunulmaktadır.

İnsanlar aniden spor sahalarında, sokakta veya seyahat ederken ölmeye devam ediyor. Ancak orta zekalı insanlar buna neyin sebep olduğunu merak edip, sorup sorgulamıyorlar. Belki de idrak yoksunluğundan dolayı durumu görmezden gelmeyi tercih ediyor.

2024’e doğru ilerlerken, üç yıl boyunca insanlık tarihindeki en büyük ve küresel yapılan psikolojik savaş operasyonunun üçüncü yılını tamamlandı. Sağlık yetkilileri ise aşıların faydalarının risklerden daha ağır bastığı yalanını sürdürmekte ve tedbirler yerine daha fazla gözetim önermektedir.

Ancak gerçek, virüsün var olmaması ve pandeminin olmaması yönündedir. Aşılar ise güvenli ve etkili değildir. Bu durumu fark etmiş olanlar şaşkın ve dehşete düşmüştür.

Ancak diğerleri neden bu gerçeği göremedi?

Bu durum bir sınıf savaşıdır ve düşmanlar kendilerini seçkinler olarak görmektedir.
Medya da düşman kontrolü altındadır ve tarihin en büyük psikolojik saldırı operasyonunu başlatmıştır. Bu süreçte bilgi en iyi savunmadır ve cehaletli toplumlar düşmana güç vermektedir.

Günümüz zihin savaşları çağında demokrasi ile seçilmiş hükümetlerin halkın iradesine cevap vermesi anlamına gelmez. Ancak zihin savaşları ile kontrol edilebilecek politikaları desteklemeye yönlendirilir. Bu durum totaliter/despot yönetimin tam tanımıdır diyebiliriz.